Bu maddenin veya bölümünözgün araştırma, doğrulanamaz veya yoruma dayalı ifadeler içerdiği düşünülmektedir. Lütfen iddialarıkontrol ederek ve yenikaynaklar ekleyerek geliştirin. Özgün araştırmadan oluşmuş ifadeler kaldırılabilir. Ayrıntılar maddenintartışma sayfasında bulunabilir.
Safevîler
شاهنشاهی صفوی Safevi İmparatorluğu Mamālik-i Mahrusa[1]
Safevî İmparatorluğu (Farsça: شاهنشاهی صفوی, romanize: Şehinşahi-yi Safevî),Safevîler,Safevî Devleti,[2] veya resmi adıyla "Müttefik Krallıklar" (Farsça:ممالک محروسه ایران, Memālik-i Mahruse),[3][4] 1501 ve 1736 yılları arasında varlığını sürdürmüş, sıkça modernİran tarihinin başlangıcı olarak kabul edilen,Safevi Hanedanı tarafından yönetilmiş devlet. Bugünkü İran,Azerbaycan,Ermenistan,Irak,Afganistan,Türkmenistan veTürkiye'nin doğu kesiminde varlığını sürdürmüş,ŞiîOnikiciliği resmîmezhep olarak kabul etmiş ve İran'ın varisi olduğuSafevî Hanedanı'nın devletidir.[5][6]
İsmail Safevî,Akkoyunlu EmiriElvend Mirza'yı Şarur (Nahçıvan) yakınlarında yendikten sonra 1501 yılının Temmuz ayındaTebriz'de kendisiniŞah ilan etti. Bundan sonra İran'ın tamamını ele geçirerek, Mayıs 1502'de resmen Safevî Şahı olanI. İsmail sonraki 235 yıldaOrta Doğu'ya büyük etki yapacak birŞiî devletinin temelini atmıştır.
Osmanlı kaynaklarında Safeviler "Acem" olarak anılırdı. Batılı kaynaklarda ise "Persia" terimi kullanılıyordu. Lakin Safeviler kendilerini tanıtmak için resmi yazışmalarda (Farsça: Mamālik-i Īrān)[13] "İran Memleketi" veya "Korunan İran Memleketi" (Farsça: ممالک محروسه ایران,Memālik-i Mahruse-yi İran) gibi sıfatlar kullanmıştır.[4] Safevi döneminde, Sasani İmparatorluğu topraklarının çoğu siyasi birliğini yeniden kazandı ve Safevi kralları "Şehinşah-ı İran" (İran'ın şahlar şahı) unvanını aldılar. Safeviler, İran'ın Korunan Toprakları kavramını yeniden canlandırdı,[14] Bunlardan başlayarak 20. yüzyılın başına kadar İran'ın ortak ve resmi adı olarak kullanılacaktı.[15][16]
Şeyh Safiyüddin'in hem mezhebi ve hem etnik kökeni karşıt iddialar içerdiği için bir tartışma konusudur.[22] Bazı kaynaklara göre köküKürt[23][24][25] şeyhlerine dayanan sufiSafevi Tarikatı'ndan gelen Safevî Hanedanı, ağırlıklı olarak Türkmen, Gürcü, Çerkes ve Pontus Rum ileri gelenleriyle evlilikler yapmış, Türkçe konuşan veTürkleşmiş[26] bir hanedandı.
Safevî Tarikatı'nın kurucusuSafiyüddin Erdebilî hakkındaki birincil bilgi kaynağı Safvetü's-Safâ adlı eserdir.[34] Şeyh Safiyüddin'in hayatı hakkında bilinen en yaygın eserin menkıbevî bir eser olması doğru bilgi edinmeyi zorlaştırmaktadır.[22] Bu eseri Safiyüddin Erdebilî'nin oğluSadreddin Musa, müridi olanİbn Bezzâz'a yazdırmıştır.[34] Eserin ŞahI. Tahmasb zamanında değişikliklere uğramış olması Şeyh Safiyüddin'in soyuyla ilgili olarak etnik tanımlardan çok dinî kökenlere atıf yapılması Safevîlerin soyuna dair iddiaları karmaşıklaşmıştır.[22]
"Pirûz'unKürt nisbesine gelince, bu durum şöyleydi: Kürd askerleri tarikat erbabı Şeyh İbrahim Edhem'in evladından olan padişah ile birlik olup Sincar tarafından huruç ettiler. Azerbaycan'ı bütünüyle fethedip ele geçirdiler. Mugan bölgesinin ahalisinin hepsi Zerdüşt idi. Erran, Alivan ve memleket ahalisinin hepsi kâfirdi. İslam askeri buraları istila edince, bu beldeleri İslam'a döndürdüler ve Müslümanlaştırdılar. Bu beldelerin ele geçirilmesi tamamlanınca Erdebil vilayeti ve mülhakatı Pirûz'a verildi <bu Pirûz, Zerrin Külah diye şöhret bulmuştu> Bu Pirûz güçlü, varlıklı ve servet sahibi biriydi."[35]
Tufan Gündüz'e ve Roger Savory'e [Roger Savory [en]] göre eser problemlidir.[22][36] Bu rivayet dönemin çeşitli eserlerinde benzer olaylarla tekrar edilmesine karşın Firuzşah'ın el-Kürdî nisbesine yer verilmemiştir.Safvetü's-Safâ'da sûfi olan İbrahim b. Edhem'in hükümdar olarak yansıtılması ve Azerbaycan'ın İslamlaşması konusunda gerçekle bağdaşmayan hikâyeler içermektedir.[22] İranlı tarihçiAhmed Kesrevi ise Kürt nisbesinin sonradan verildiğini söylemiştir.[37]
Şeyh Safiyüddin ve ailesi hakkında Türk olduğuna dair iddiaların dayandığı kaynaklar arasında dönemin eserlerinden yazarı belirsiz olan Alem-ârâ-yı Şah İsmail vardır. Safiyüddin'ün babası Seyyid Cibril hakkında "Türk dervişi" denirken; Safiyüddin için "Türk oğlu", "Türk genci" ifadeleri kullanılmıştır.[22]
Safvetü's-Safâ adlı eserde Şeyh Safiyüddin'in Fars bölgesinde bir şeyhle karşılaşınca "pir-iTürk" olarak çağrıldığı da yazmaktadır.[38] Ancak akademisyen Hanna Sohrweide eserdeki Türk kelimesinin Fars edebiyatında kullanılan "güzel" manasında kullanıldığını iddia eder.[38] Ayrıca Safvetü's-Safâ'da yer alan şecereye göre hanedanın köküAli'ye dayandırılarak seyyidlik iddia edilmektedir.[39] Ancak bu iddianınHoca Ali veyaŞeyh Cüneyd dönemlerinde icat edildiği ileri sürülmektedir.[40] Bazı modern yazarlar ilk dönem Safevî şeyhlerinin ana dillerininFarsçanın Gilan lehçesi olduğunu savunurlar.[38]
Öte yandan devletin birinci unsur olarak Türklere dayanması, devletin kurucusu ve ilk hükümdarıŞah İsmail’in Türkçe şiirler yazması ve saray dilinin Türkçe olması gibi nitelikler de mevcuttur.[22]Faruk Sümer de Safevi Devleti'nin Anadolu Türkleri tarafından kurulduğunu söylemiştir.[9]
Safevî Devleti'nin kurulmasında ve gelişmesinde rol oynayan oymaklara bakıldığında, genelde yaygın olan teze aykırı olarak devletin kuruluşunda esas rolüAkkoyunlu veKarakoyunlu Türkmenlerinin değil, orijinal ve yeni Anadolulu (Rumlu) ve Suriyeli (Şamlu) Alevi Türkmen topluluklarının oynadığı ortaya çıkmaktadır.[2] Devletin kuruluşunda rol oynayan büyük oymaklardan ilki Rumlu olup,Sivas'ınKoyulhisar (Koylahisar) ve Karahisar (Şebinkarahisar - Şimdi Giresun'a bağlı) yöreleri ileTokat veAmasya bölgelerindeki köylüKızılbaş Aleviler tarafından meydana getirilmiştir.[2] Ustacalu oymağı ise Sivas, Amasya, Tokat bölgesinde yaşayan ve bazı oymaklarıKırşehir'e kadar yayılan Ulu Yörük topluluğuna ait bir oymaktı.[kaynak belirtilmeli] Adından da anlaşılacağı üzere Antalya bölgesi Türkmenlerinden oluşanTekelü oymağı içinde Hamit-ili (Isparta,Burdur) ve Menteşe-ili (Muğla) Türkmenleri de yer alıyordu.[2]
Bu üç Anadolulu oymaktan başka, devletin kuruluşunda görev alan bir diğer topluluk Suriye Türkmenlerinden oluşanŞamlu oymağıydı.[41] Bu oymak yazınSivas'ın güneyindeki Uzun Yayla'da, kışınHalep ileGaziantep arasında yaşayan ve Osmanlı dönemindeHalep Türkmenleri denilen oymaklardan kopmuştu. Devletin kuruluşunda önemli rol oynayan oymaklardan biri de Kahramanmaraş ve Boz Ok (Yozgat) bölgesini içine alan Dulkadir (Ar: Zü'l-Kadr = Tr: Güç, kudret sahibi) elinin bilhassa Boz Ok kesiminde yaşayan Türkmenlerden oluşan Dulkadir (Zü'l- Kadr) oymağıydı. Bu oymak mensuplarının ayrılması ile zayıflayanDulkadiroğulları Beyliği kolayca Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bütün bu oymaklar dışında kuruluşa katılan daha küçük topluluklar da şunlardır:Tarsus yöresi Varsakları, Orta ve Doğu KaradenizÇepni'leri, Arapgirlü, Turgudlu (Karamanoğlu Türkmenlerinden), Bozcalu (Halep Türkmeni), Acirlü, Hınıslu Çemişkezeklü, Şadlu/Şadıllı oymağı (Türkmen)[42][43][44]
Devletin kuruluş ve örgütlenmesinin esasını oluşturan bu oymaklardan başka, daha sonra Safevi siyasal örgütlenmesine katılan Akkoyunlu ve Karakoyunlu boyları da olmuştur. Ancak bunların çoğu Kızılbaşlığı kabul ettikleri halde önemli statüler elde edememişlerdir. BunlardanKaçarlar 15. yüzyıl sonlarında Bozok'tan Gence'ye göç etmiş birAkkoyunlu boyudur. Bir diğeri, Karamanlu oymağı,Karakoyunlu Ulusundan olup Karabağ'da yerleşmişti. Devletin kuruluşunda rol almayıp, sonradan dahil olan boylardan en önemli rol oynayan Türkmen boyudur. Bu boy Akkoyunlu bakiyelerinden olup, Akkoyunluların Musullu ve Pürnek (Purnak) boylarına Safeviler, komple Türkmen demişlerdi. Son olarak, İran 'da yerleşmiş olan Afşarlar da kuruluştan sonra önemli sayılan statüler aldılar.
1447'de tarikatın başında bulunanŞeyh Cüneyt İran'da siyasi bir güç halinde olan Alevî-Bektâşî, yani tasavvufun Şiî-Bâtınî tarikatına mensup bir müslümandır.Akkoyunlular'ın elinde bulunanDoğu Anadolu Bölgesi'ne gelerek bölgedeki yerel güçleri etrafına toplamaya başlamıştı.Karakoyunlular ile mücadele halinde olanAkkoyunlu hükümdarıUzun Hasan'ın yanına giden Cüneyt, onun kız kardeşi Hadice Begim ile evlenmişti. Bu evlilik ile Uzun Hasan, Cüneyt'inTürkmenler üzerindeki nüfuzundan yararlanmayı düşünürken, Cüneyt de bu sayede amaçlarını gerçekleştirmek için serbestiyet elde etmişti. Etrafına topladığı güçle Azerbaycan'da Şirvan ülkesine saldıran Cüneyt yapılan savaşta yaşamını yitirdi. Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar, dayısı Uzun Hasan'ın kızı Halime Begim/Alemşah ile evlendi. Bu sayedeAnadolu'daAlevî müslümanların nüfûsu daha da artırdı.[kaynak belirtilmeli] Osmanlı hükümdarıII. Bayezit'in gerekli önlemleri almaması da Safevîlerin güçlenmesinde önemli bir rol oynadı.Anadolu'dan sürekli göçlerle güçlenenErdebil şeyhiHaydar, AkkoyunlularınOtlukbeli yenilgisinden sonra düştüğü bunalımlı durumdan yararlanmaya çalıştı.[kaynak belirtilmeli] Fakat dayısının oğlu Akkoyunlu Yakup Bey ile yaptığı bir savaşta yaşamını kaybetti. Oğlu Şeyh İsmail, Akkoyunluların iç savaşından yararlanarak 1500 yılındaErzincan'a geldi. Etraftaki bütün müritlerinin toplanmasını emredince Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Dulkadir, Tekelü ve Karaman-TurgutluTürkmenleri ile Varsaklar'dan binlercesi etrafında toplandı. 1501'deAkkoyunlu emiriElvend Mirza'yıNahçıvan'da yenilgiye uğratan İsmail, Azerbaycan'ın tamamını ele geçirerekTebriz'de kendinişah ilan etti. Böylece dedesinin başlattığı Şiî devrimci-siyasi[kaynak belirtilmeli] girişim, İsmail tarafından başarıyla sonuçlandırılmış oldu. Artık Erdebil Safevîye Şeyhliği'nin yerini Safevî Şahlığı alıyordu.
II. İsmail döneminden itibaren kullanılan Safevî bayrağı
I. İsmail'in Avrupalılarca yapılmış temsili bir resmi
Anadolu'da 15. yüzyıl boyunca Osmanlı ilerlemesi devam etmiş,Türkmenler de kontrol altına alınmıştı. Kuruluş döneminde Heterodoks zümrelere daha müsamahakar davranan Osmanlılar, bu sıralarda kontrol etmekte zorlandığı göçebe Türkmen boylarını yasa dışı ilan ederek baskı altına almıştı.[kaynak belirtilmeli] İşte bu ortamda Erdebil Safeviye şeyhi İsmail, Azerbaycan'dan Anadolu içlerine kadar yayılmış bulunan küskün Oğuz-Türkmen boy ve oymaklarını ruhani otoritesiyle birleştirerek 1501'de zamanın en güçlü Sünni-Türkmen federasyonu olarak bilinen Elvend Mirza liderliğindekiAkkoyunlular'danTebriz şehrini kendi yönetimine aldı.
Safevî Devleti'nde önemli görevlereTürkmenler getirildi. Göçebe Türkmenler, Osmanlı'da yitirdiği yerini Safevi Devleti'nde buldu. Bundan sonra Türkmenler akın akın Safevî yolunu tuttular ve onunla da kalmayarak yaşadığı toprakların Safevilere bağlanması için sık sık ayaklanmalar çıkardılar.[kaynak belirtilmeli]
Safeviler, kendilerinin 7.Şia imamı Musa el-Kazım yoluyla Ali ve Fatma soyundan gelirler. İsmail, ayrıca şahlığını ilan ettikten sonra, otoritesiniİran'da daha da güçlü kılmak içinSasani İmparatorluğunun mirasında da hak iddia etti.[kaynak belirtilmeli]
Tebriz'in zaptıyla Safevi hanedanlığı başlamış oluyordu. I. İsmail 1501'de Tebriz'i başkent, kendini Azerbaycan Şahı ilan etti ve buradan İran içlerine doğru yayılmasını sürdürdü.[46][47] Kuruluşu takip eden ilk on yıl boyunca bir yandan devletini Osmanlı saldırılarından korumaya çalışan İsmail, öte taraftanAkkoyunlu kalıntılarını ezerek onların topraklarındaki yayılmasını sürdürdü. 1503'teHemedan, 1504'teŞiraz veKirman, 1507'deŞia'nın kutsal mekanlarıNecef veKerbela, 1508'deVan, 1509'daBağdat, 1510'daÖzbekŞeybânî Hanlığı'nın kurucusuŞeybânî Han'ı hezimete uğrattığı bir savaş neticesindeHorasan veHerat (Sistan'ın merkezi) şehirlerini zaptetti. 1511'de Özbekler bu yenilgi üzerineMaveraünnehir'e çekilerek Safevilere karşı uzun yıllar sürecek saldırılarını devam ettirmişlerdir.
Uzun yıllardırŞah İsmail'in faaliyetlerini yakından izleyen ve onun 1511'deAnadolu'da çıkarttığıŞah Kulu ayaklanmasıyla ne kadar etkili olabileceğini gören Osmanlı sultanıYavuz Sultan Selim, nihayet 1514'te Safevileri ezmek maksadıylaDoğu Anadolu Bölgesi veAzerbaycan üzerine yürüdü.[kaynak belirtilmeli] Ve bununla, iki Türk devletine sonuçları çok ağır olan savaşa yol açtı. Osmanlıların top ve tüfeklerine karşın Safevi ordusu çok daha ilkel silahlarla savaşa hazırlanmıştı. İki tarafın ordusu başlarında bizzat hükümdarları olduğu haldeTebriz'in batısındaÇaldıran'da karşılaştı. Safeviler yenilgiye uğradı. Tebriz'i kolayca ele geçiren Osmanlı kuvvetleri, I. Selim'in bütün ısrarlarına karşın Safevi ordusunu izlemeyi reddettiler. Kışın yaklaşmasıyla Tebriz terk edildi. Bu savaş yıllar sonra ŞahI. Tahmasp ile SultanI. Süleyman (Kanuni) arasında aynen kendini tekrarlayacaktı.
I. Tahmasb küçük yaşta tahta geçtiğinde ülke doğudan ve batıdan baskı altına alınmıştı. Kızılbaş reisleri arasında devlet kademelerinde etkinliklerini artırmak amacıyla kuvvetli bir rekabet bulunuyordu. Şah İsmâil zamanındaki şaha tam bir itaatle bağlanma anlayışı büyük ölçüde sarsılmıştı. Bu yüzden onun saltanatının ilk yılları iç mücadeleler ve merkezî otoritenin tesis edilmesiyle geçti. Şah İsmâil'in ölümünden sonra emîrülümerâlık makamına yükselenDîv Sultân-ı Rûmlu devlet işlerini bütünüyle ele geçirdi. Ancak bu durum uzun sürmedi. 932'de (1526) Kuzeybatı İran'da başlayan iç karışıklıklar kısa sürede bütün İran'a yayıldı. Bu mücadeleler sırasında Ustaclular ağır bir darbe alırken Tekelü aşiretinin gücü arttı. 1527'de Dîv Sultân-ı Rûmlu'nun öldürülmesinin ardından iktidar Tekelü aşiretindenÇuha Sultan'a geçti. 1530'da Şamlular ile Tekelüler arasında meydana gelen savaşta Çuha Sultan öldürüldü. Hüseyin Han Şamlu onun yerine geçti, ancak o da üç yıl sonra ortadan kaldırıldı.
Öte yandan doğuda ve batıda ülkenin sınırları tehdit altında idi. Eskiden beriHorasan'a hâkim olmaya çalışanÖzbekler iç karışıklılardan istifade ederek Şah İsmâil'in ölümünden hemen sonra saldırıya geçmişti. 1524'ten 1536'ya kadar defalarca Horasan'a saldıranUbeydullah Han nihayetTimurlular devrinin en önemli şehirlerinden olanHerat'ı ele geçirdi. AncakI. Tahmasb'ın büyük bir ordu ile Horasan'a yürümesi üzerine bölgeyi terk etti. Safevîler herhangi bir direnişle karşılaşmadan Herat'ı ve çevresini geri aldı.Kandehar'a giden Tahmasb burayı zapt ettikten sonra Kaçar Budak Han'ı vali tayin edip Herat'a döndü. Kandehar ertesi yıl tekrar Safevîler'in elinden çıktı. 951'de (1544) Bâbür'ün oğlu Hümâyun, Tahmasb'dan aldığı yardımlara karşılık Kandehar'ı Safevîler'e teslim ettiyse de şehir kısa bir süre sonra elden çıktı ve 965'te (1558) yeniden Safevî hâkimiyetine girdi.
Batıda Osmanlılar Azerbaycan'ı tehdit altına almışlardı. 1531'de Tekelü aşiretinin iktidardan uzaklaştırılması üzerine Osmanlı Devleti'ne sığınmış olan eski Azerbaycan beylerbeyiUlama Han, I. Süleyman'ı İran'da meydana gelen iç karışıklılarla Özbekler'in saldırıları konusunda bilgilendirdi ve onu İran'a sefer düzenlemeye ikna etti. Osmanlı sultanı Ulama Han'ı paşa unvanıylaBitlis'e gönderdi. Osmanlılar'ın bu tutumundan rahatsız olan Bitlis hâkimi Şeref Han bölgesindeki kaleleri Rujeki ağalarının muhafazasına verip Tahmasb'a sığındı. Sünnî İslâm dünyasının koruyuculuğu misyonunu üstlenen ve Safevîler'i büyük bir tehdit unsuru olarak gören Kanûnî Sultan Süleyman bu olayları bahane edipTebriz Seferi'ne çıktı. VezîriâzamPargalı İbrahim Paşa,Tebriz'e yürüyerek burayı ele geçirdi (941/1534). Kanûnî Sultan Süleyman iki ay sonra Tebriz'e geldi. Bu sırada Tahmasb, Özbekler ile savaş halinde idi ve Şamlular da ayaklanmıştı. Dulkadırlı ve Tekelü Türkmenleri'ne mensup bazı grupların Osmanlılara katılması kızılbaşların mukavemetini biraz kırdıysa da kışın erken bastırması yüzünden Kanûnî Sultan SüleymanBağdat'a çekildi ve burayı herhangi bir direnişle karşılaşmadan ele geçirdi. Buna karşılık Tahmasb da Tebriz ve çevresini geri aldı. Daha sonra Tahmasb'ın Osmanlılara barış teklifleri olduysa da Kanûnî Sultan Süleyman bunları dikkate almadı (bk.Irakeyn Seferi).
Şah I. Tahmasb'a karşı isyan hareketine girişen Safevî şehzadesiElkas Mirza başarısız olunca İstanbul'a sığındı ve Kanûnî Sultan Süleyman'ı İran'a karşı yeniden harekete geçmeye teşvik etti. 954'te (1547) başlayan İran seferi Elkas Mirza'nın vaadlerinin gerçekleşmemesi yüzünden beklenen faydayı sağlamadı, hatta onun gözden düşmesine sebep oldu. Osmanlılarla süregelen savaşlar nedeniyle 1548'de Tahmasb başkentini Tebriz'den bir iç bölge şehri olanKazvin'e taşıdı. Daha sonra ŞahI. Abbas (Büyük Abbas) buradan da vazgeçerek, Orta İran'da yer alan eskiİsfahan şehrinin hemen yanına inşa ettiği yeni İsfahan'ı başkent yapacaktır. 1549'daErdelan yakınlarındakiMihriban Kalesi'ne sığınmak zorunda kalan Elkas Mirza burada Safevîler tarafından yakalanarak Kahkaha (Alamut) Kalesi'ne hapsedildi ve bir yıl sonra zehirlenerek öldürüldü. 961'de (1554) Osmanlıların İran'a yöneldiği haberi üzerine Tahmasb, Kanûnî Sultan Süleyman'a elçiler gönderdi. Mektuplar teâti edilmek suretiyle 1555 yılından itibaren Osmanlılarla barış dönemi başladı. Şehzade Bayezid'in İran'a sığınması ilişkilerde küçük bir krize yol açtıysa da onun Osmanlılara teslimi ve katledilmesinin ardından yeniden eski duruma dönüldü.
Öte yandan Osmanlılara karşı İran'dan destek sağlamayı düşünen Avrupalı devletler, elçiler gönderip Safevîler'i Osmanlılara karşı kışkırtmaya çalıştıysa da Tahmasb bunlara fazla itibar etmedi.Habsburg İmparatoruV. Karl tarafından Şah İsmâil'e gönderilen elçi onun ölümünün ardından İran'a ulaşmış ve mektubu Tahmasb'a sunmuştu. 1571'deİnebahtı Deniz Savaşı'ndan biraz sonra Papa Pius, Tahmasb'a elçiler yollayarak kendilerinin karadan ve denizden Osmanlılara karşı harekete geçeceklerini, bu arada Safevîler'in de Suriye ve Irak'a saldırarak daha önce kaybettikleri toprakları geri alabileceklerini bildirdi; ancak bu teklif de Safevî hükümdarınca makbul karşılanmadı. Hint denizinde Osmanlılarla mücadele halinde olan Portekizliler'in 958 (1551) ve 982'de (1574) girişimleri de Tahmasb tarafından geri çevrilmişti. I. Tahmasb'ın 984'te (1576) zehirlenerek ölümü üzerine tahta kimin geçeceği hususunda yeniden rekabet başladı.
Muhammedi'ye atfedilen "Rakipler Arasında Kıskançlık". Muhtemelen VezirMirza Selman Caberi himayesi altında Sa'di tarafından yazılan 1579 tarihli "Busta" başlıklı Farsça ciltte bulunan minyatür resim. E.M. Soudavar Trust, Houston, Teksas.
Ustaclular'ın desteğiyleHaydar Mirza tahta oturdu. Fakat Avşar, Rumlu ve Türkmen beylerinin muhalefetiyle tahttan indirildi ve yerineII. İsmail geçti. II. İsmail kısa süren saltanatında kendisine rakip olarak gördüğü kardeşlerini ortadan kaldırdı. Bu sırada henüz altı yaşında olanHerat hâkimiAbbas Mirza, onu öldürmeye gelen Ali Kulı Hân-ı Şamlu'nun tereddüt göstermesi sayesinde ölümden kurtuldu. II. İsmâil'in 13 Ramazan 985'te (24 Kasım 1577) ölümü pek çok yönden karanlıkta kaldıysa da gerek saray çevresinde gerekse halk arasında memnuniyetle karşılandı. Bu esnada Şîraz'da bulunanMuhammed HudâbendeKazvin'e gelerek tahta geçti (3 Zilhicce 985 / 11 Şubat 1578). II. İsmâil'in kardeşlerini öldürttüğü ve Safevî tahtının vârisi kalmadığı haberini alan Özbek Celâl Han büyük bir ordu ile İran topraklarına girip Meşhed'e kadar ilerledi. Ancak Meşhed hâkimi Murtaza Kulı Hân-ı Pürnek ile yaptığı savaşta hayatını kaybetti.
İran-Osmanlı sınır boylarında yaşayan Kürtler, II. İsmâil'in ölümünden sonra ortaya çıkan karışıklıktan faydalanıp Osmanlılar'ı İran topraklarına saldırmaları için kışkırtmaya başladılar. Şirvan şahı da Sünnî mezhebine geçtiğini bildiren bir elçilik heyetini İstanbul'a göndererek Safevîler'e karşı Osmanlılar'dan yardım istedi. Bu durum 1555'te yapılan barışın bozulmasına ve Osmanlılar'ın İran'a saldırmasına yol açtı.Sokollu Mehmed Paşa'nın karşı çıkmasına rağmenIII. Murad, VezirLala Mustafa Paşa'yı İran üzerine gönderdi.Tebriz,Güney Kafkasya,Karabağ,Azerbaycan,Luristan gibi batı toprakları Osmanlılar'ın eline geçti. Bu gelişmeler, kızılbaş Türkmen kabileleri arasındaki çekişmelerin bir müddet ortadan kalkmasına ve devletin yeniden toparlanma sürecine girmesine ortam oluşturdu.Ferhad Paşa veÖzdemiroğlu Osman Paşa kumandasındaki Osmanlı ordularının Azerbaycan topraklarına girmesi üzerineHamza Mirza, bir ordu ile karşı koymaya çalıştı. Osmanlılar Tebriz'e girdi (1585). Hamza Mirza, Tebriz'i geri alamadığı gibi 994'te (1586) ordugâhta öldürüldü. Onun ölümü Abbas Mirza'nın tahta geçmesinin yolunu açtı. Ancak bu durum Türkmen reisleri arasındaki iç mücadelelerin yeniden canlanmasına sebep oldu. Abbas Mirza, Ustaclu Mürşid Kulı Han'ın desteğiyle Kazvin'e gelerek tahta oturdu (Ekim 1587). Tahtını yeniden ele geçirmek için bazı teşebbüslerde bulunduysa da başarılı olamayan Muhammed Hudâbende Kazvin'de öldü (1596).
I. Abbas'ın 1600'de Dominicus Custos tarafından bakır üzerine oyulmuş gravürü
I. Abbas (1587-1629)Kızılbaş (Alevî)Türkmenümeranın (askeri ve sivil bürakratlar) saray entrikaları ve cinayetleri arasında hayatta kalmayı başararak babasıMuhammed Hüdabende'nin zorunlu olarak tahtan çekilmesi üzerine 16 yaşında Safevî tahtına çıktı.
Hükümdar olduğunda ilk fark ettiği şey, savaş meydanlarında Osmanlılar ve Özbekler (Şeybânîler) tarafından sürekli mağlup edilen ordusunun acizliği oldu. Nitekim OsmanlılarGürcistan veErmenistan'ı zaptederken,Özbekler de doğuda sekizinciİmam Ali Rıza'nın bulunduğuMeşhed veSistan'ı ele geçirmişlerdi. İlk olarak kuzeydoğudaki topraklarının Osmanlılara bırakmak zorunda kaldı ve onlardan barış istedi. Bu sırada Safevî Devleti'ne seyahat amacıyla gelmiş Robert ve Anthony Sherley adındaki iki İngiliz gezgini, şah ordusunun Avrupa modeline benzer paralı ve iyi eğitim görmüş daimi bir orduya dönüştürülmesinde Şah'a yardım ettiler.[kaynak belirtilmeli] Rakibi olan Osmanlı padişahları bu işi çok öncelerden beri başarmış ve ordularını sürekli modernize etmişlerdi. Abbas barutun kullanımını hararetli bir biçimde benimsedi. Yeni reformlarla birlikte ordusu, Kızılbaşlar yanında, Gürcistan, Ermenistan ve Çerkez ülkelerinden devşirilenGulamlar, Tofenkçiler (Tüfenkçiler) ve Topçiler (Topçular) gibi bölüklere ayrılmıştı.[kaynak belirtilmeli]
İlk olarakÖzbeklerle savaşan Abbas,Herat veMeşhed'i geri aldı. Daha sonra Osmanlılara döndü. 1603'te başlayıp aralıklarla süren savaşlar sonunda 1622'de daha önce Osmanlılara bırakmak zorunda kaldığıIrak-ı Acem (Doğu Irak) veKafkas Berisi (Trans Kafkasya) ülkelerini geri aldı. AyrıcaBağdat da ele geçirildi. Yeni kurduğu askerî birliklerini kullanarak, 1602'dePortekizlileriBahreyn'den, 1622'de İngiliz donanmasınıHürmüz Boğazı'ndan çıkardı. BöylecePortekizlilerinHindistan'la ticaretlerinde şah damarı değerindeki İran (Basra) Körfezi'ni kontrolü altına aldı. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi veHollanda Doğu Hindistan Şirketi ile ticari ilişkilerini genişletti.
Abbas, çoğuErmeni,Gürcü veHint kökenlilerden oluşan ve ekonomik gücüyle etkinleşen bir tüccar sınıfı yarattı. Bunları kul sistemi ile bürokrasinin içine sokan şah, bu sayede devletin kurulup genişlemesinde oynadıkları rol ile her zaman yönetsel-askeri yetkeyi elinde tutan Kızılbaş ümeraya karşı bağımlılığını kırarak merkezi otoriteyi kurabildi. Nitekim ölümü sıralarında Safevi saray tarihçisiİskender Bey Türkmen'in verdiği bilgilere bakılırsa 93 bürokratının (emir) 21'i kul (devşirme) olmak üzere, geri kalan 72 emirin yalnızca 48'i Kızılbaş Türkmen idi.[kaynak belirtilmeli] Bu durum Abbas'ın oymakları ile feodal bağlarını hep canlı tutan Kızılbaş ümeranın devlet mekanizmasındaki siyasi gücünü ne derece kırdığını gözler önüne sermektedir.
Osmanlılar ile Safevîler, 150 yıldan daha uzun bir süre Irak'ın verimli toprakları uğruna savaştılar. 1509'daBağdat'ın I. İsmail tarafından zabtını, kısa bir süre sonra Osmanlı Sultanı I. Süleyman'ın zaptı izledi. Daha sonra silsile halinde devam eden saldırılar akabinde Safeviler 1623'teBağdat'ı henüz geri almışlardı ki, 1638'de Bağdat'ı tekrar Osmanlı sultanıIV. Murad'a bırakmak zorunda kaldılar. 1639'daKasr-ı Şirin Antlaşması'ndaOsmanlılar ile Safeviler arasında sınırları belirleyen bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşmanın çizdiği sınır her iki tarafın sınırları eskisine nazaran çok daralmış olsa da günümüze kadar hiç değişmedenTürkiye-Safevî sınırı olarak kaldı.
Bu arada 1609-1610 yıllarında MahâbâtKürt kabileleri Safevilere karşı ayaklandı. Kanlı mücadeleler sonucunda Abbas, Osmanlı yönetiminden kaçıp kendisine sığınan Kalenderoğlu Celalileri'nin isyanını bastırdı.
Abbas suikaste uğramak saplantısından hiçbir zaman kurtulamadı. Bu nedenle şüphe uyandıran hanedan üyelerini ya katletti ya da gözlerine mil çekmek suretiyle saf dışı bıraktı. Nitekim bu şekilde oğullarından birini idam ederken, ikisini de gözlerine mil çektirerek kör bıraktı. Bundan başka iki oğlunu da kendi ölümünden önce kaybedince, sonuç Abbas için bir trajediye dönüştü. 1629'da öldüğünde geride ardılı olabilecek yetenekte hiçbir oğul bırakmamıştı.[kaynak belirtilmeli]
Safevîler, 17. yüzyılda geleneksel düşmanları Osmanlı İmparatorluğu veŞeybânî Hanlığı ile savaşını sürdürürken, iki yeni komşu ile de rekabete girişmek zorunda kaldı.Rusya Çarlığı, bir önceki asırdaAltınorda Hanlığı'nın devamı olanAstrahan,Kazan,Sibir (Küçüm ve Nogay) Hanlıklarını ortadan kaldırmış, nüfuzunuKafkasya veOrta Asya'ya dek yaymıştı.Babür Devleti ise, Kandehar veHerat'ı alarak daha önce İran kontrolündekiAfganistan'a sızmaya başlamıştı.
Bütün bunlardan başka 17. yüzyıl boyunca Doğu-Batı arasındaki ticaret güzergâhı değişmiş, Avrupalıların keşifleri ve Osmanlıların deniz aşırı seferleri sonucunda İran'dan uzaklaşmıştı. Abbas'ın ordusunu ücretli gulam (devşirme) sistemine dönüştürmesi kısa vadede işe yaradıysa da, sonraki yüzyılda eyaletler üzerindeki baskı ve ağır vergilerle birlikte ülkenin sosyo - ekonomik gücünün zayıflamasına yol açtı.
Şah Abbas'tan sonraki Safevi hükümdarları ŞahII. Abbas hariç silik karakterliydi. Nitekim II. Abbas'ın hükümdarlığının sonu olan 1666 yılı, aynı zamanda Safevi hanedanı için de sonun başlangıcına işaret eder. Vergi gelirlerindeki düşüş ve büyüyen askeri tehlikelere karşın sonraki şahlar bu durumu düzeltememişlerdir.
Ülke sık sık, merkezden uzak sınır boylarında baskın ve yağmalara uğramaya başladı. 1698'de Kirman EyaletiBeluciler tarafından, 1717'de HorasanAfganlar tarafından ve Mezopotamya Arap bedevilerince istila ve yağmalara uğradı. Afganlar, Safevilere karşı geldiler.GilzaiPeştunları'nın reisi Mir Veys Han, Kandehar'ın Safevi valisi Gürcü Gürgen Han'a (Gürcüce adı Giorgi) karşı ayaklanma başlattı. Üzerine gelen bir Safevi ordusunu bozguna uğrattı. 1722'de Mir Veys'in oğlu Mahmud'un komuta ettiği bir Afgan ordusu doğudan İran'a girerek başkentİsfahan'ı kuşatıp yağmaladı. Daha sonra kendisini İran Şahı ilan etti.
Afganlar, on yıldan fazla bir süre istila ettikleri İran topraklarından çıkarılamadılar. Horasan'dakiAfşarTürkmenlerinin beyi ve Safevilerin en etkili komutanıNadir Han (sonraki Nadir Şah) nihayet 1729'daDamgan Muharebesi'nde Afganları bozguna uğrattı ve İran'dan çıkardı. Buna rağmen ertesi yıl Afganlar hâlâ İran topraklarına yağma hareketlerini sürdürüyorlardı. 1738'deNadir Şah başta Kandehar olmak üzere tekrar Doğu İran'ı fethetti. Aynı yılGazne,Kabil veLahor'u fethetti.Delhi üzerine yürüdüyse de İran'dan gerekli desteğin gelmemesi üzerine başarılı olamadı.II. Tahmasb döneminde (1722-1732) gerçekte erk onun elindeydi. Çocuk yaşta tahta çıkanIII. Abbas'ın saltanat naipliğini yaptı. Nihayet 1736'da, zaten elinde olan iktidar erkini kullanarak kendisini İran şahı ilan etti. Böylece 1736'dan 1747'ye kadar Azerbaycan ve İranda'da kısa süreliAfşar Hanedanı kurulmuş ve Safevi hanedanı kesintiye uğramıştır.
1747'deNadir Şah'ın bir suikast neticesinde öldürülmesi üzerine, Safeviler tekrar şahlığı ele geçirdiler. Fakat bu, gelişmekte olanZend Hanedanı'nın gerçekte iktidarı ele alarak meşruluğunu pekiştirmesini sağlamasından başka bir işe yaramadı.III. İsmail'in kısa süreli rejimi, Zend hanedanının kurucusu Kerim Han'ın ülkede iktidarı ele geçirecek meşruluğu sağlaması ile 1760'ta resmen son buldu.
Safevî Devleti'nin kurulması İran tarihi için dönüm noktası olmuştur. Bu tarihe kadar küçük çaplı ve mahallî beylikler tarafından temsil edilen Şiîlik, Safevîler'le birlikte İran'ın resmî mezhebi haline gelmiş, devlet eliyle hızlı bir Şiîleştirme politikası takip edilmiştir. Şiî ezanı tesis edilmiş, hutbelerde ilk üç halifeye ve Âişe'ye lânet okunması gelenek haline gelmiştir. Muhammed Hudâbende zamanında bu gelenek yasaklandığı gibi bu tür davranışların ortadan kalkması için tedbirler alınmış, fakat onun tahttan indirilmesinin ardından yeniden başlamıştır. Devlet kademelerinde yapılan görevlendirmelerde samimi Şiîler'e öncelik verilmiştir (Abdî Beg Şîrâzî, s. 55). Şiîliğin her alanda geniş tesirlerine karşılık İran Devleti kavramı Safevîler'in ilk dönemlerinde biraz müphem kalmıştır. Her ne kadar Osmanlılar'ın İran'a gönderdiği mektuplarda ve İskender Bey Türkmen'in eserinde Mülk-i Îrân, Memâlik-i Îrân gibi tabirler geçmişse de gerçek anlamda Şah Süleyman zamanında Memleket-i Îrân tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Safevîler, devlet teşkilâtında İlhanlı ve Akkoyunlu geleneğini devam ettirmekle birlikte kadim İran devlet anlayışının da canlanmasına imkân sağlamıştır. Şah İsmâil, tıpkı İslâm öncesi dönemlerde olduğu gibi hem dinî hem siyasî otoriteyi temsil etmekteydi ve “zıllullah fi’l-arz, naîb-i imâm mehdî (imam gāib)” gibi unvanlar taşıyordu. Onun zamanında tesis edilen vekîl-i nefes-i nefîs-i hümâyun şahın vekilliğini yerine getirmekte olup kızılbaş reisler arasından seçiliyordu. Bu makam aynı zamanda mürşid-i kâmil sayılan şahın temsilcisi durumundaydı. Öte yandan Safevîler'in ilk dönemlerinde şehzadeler devlet tecrübesi edinmeleri için bir kızılbaş reisin lalalığında eyaletlerde görevlendirilirdi. Ancak Şah I. Abbas'tan itibaren bu geleneğe son verilmiştir.
Günlük işlerin yürütüldüğü divanın başkanlığını vezîriâzam yapıyordu. Divanda çok sayıdaki vezirden başka bir de vak‘anüvis bulunurdu. Vak‘anüvis aynı zamanda şahın münşisi idi. Divanda vezîriâzamdan sonra kurçibaşı, eşik ağasıbaşı ve kullar ağasıbaşı gelirdi. Maliye işleri müstevfî-i memâlik unvanı altında bir vezirin uhdesinde idi. Sarayın bütün işlerinin yürütülmesi nâzır-ı büyûtât veya büyûtât-ı hâssa-i şerîfe aitti. Safevîler'in ilk dönemlerinde hem dinî kurumların hem “adâlethâne”nin başında sadr bulunuyordu. Ne zaman tesis edildiği belli olmamakla beraber sonraları adalet işleri divan beyinin uhdesine verildi. Divan beyi en yüksek mahkeme görevini yürütüyordu. Bu görevin başında çoğunlukla Türk kökenliler bulunmaktaydı.
Bürokrasi Tacik olarak da adlandırılan Fars kökenlilerin elindeydi. Bununla birlikte bu zümre arasında İskender Bey Türkmen, Budak Münşî, Hasan-ı Rûmlû gibi Türkmen kökenliler de bulunmaktaydı. Buna karşılık askerî sınıfı meydana getiren kızılbaşlar hem merkezdeki hem eyaletlerdeki üst düzey görevleri ellerinde tutuyordu. Kızılbaş reisleri emîrü'l-ümerâ veya beylerbeyi unvanı ile eyaletlerde görevlendirildiğinde maiyetlerinde bulunan kabileleriyle birlikte gidiyor, kabilesinin erkekleri aynı zamanda onların askerî gücünü oluşturuyordu. Bu vesile ile eyaletlerin gelirlerini tasarruf ediyor, savaş halinde kendilerine tâbi askerlerle orduya katılıyordu. Bununla birlikte iç huzursuzluklar veya kendi aralarında meydana gelen çekişmeler ordunun savaş gücünü büyük ölçüde azaltıyordu.
Ülke Şirvan, Karabağ, Azerbaycan, Hemedan, Irâk-ı Arab, Fars, Kûh, Gîlûye, Kirman, Kandehar, Belh, Herat, Merv, Meşhed, Esterâbâd gibi çok sayıda eyalete bölünmüştü. Eyalet idaresine genellikle bey, han veya sultan rütbesiyle Türkmen kökenli reisler gönderilirdi. Bazı eyaletler ise şehzadelere tahsis edilirdi. Safevîler'in ilk dönemlerinde eyaletlerin idaresini elinde bulunduranlar hangi rütbeye sahip olursa olsun hâkim olarak nitelendirilirdi. Ancak sonraları en yüksek idarî makamı tanımlamak için beylerbeyi unvanı kullanılmaya başlanmıştır. Bununla birlikte kaynaklarda nâdirenEmîrü’l Ümerâ veHân-ı Hânân unvanlarına rastlanmaktadır.
Topraklar şahın malı sayılırdı. Geniş arazilere sahip hânedan üyeleri ve saray ileri gelenleri gelirlerinin bir bölümünü, bazan tamamını müsadere edilmesi korkusu yahut dinî gerekçelerle vakıflara bağışlardı. Öte yandan Selçuklular'da da uygulanan iktâ geleneğinin bir devamı olarak idarecilere veya askerî sınıfa “tuyul” adıyla araziler tahsis edilirdi. Tuyul toprakları ya dâimî veya bir yıllık sürelerle verilirdi. Askerî sınıftan olup kendisine tuyul tahsis edilenler sipahiliği terk etmediği müddetçe ömür boyu toprağı tasarrufunda tutar ve erkek evlâdına devredebilirdi. Yıllık olarak tahsis edilen tuyullar her yılın sonunda yenilenir veya başkasına verilirdi.
Safevî şahlarının başvuracakları aşiretleri olmadığından, ilk yıllarda yalnızca, eskiMoğol adıyla, "sadak taşıyan" diye anılan kişisel korumaları doğrudan emirleri altında olan tek birlikti. Savaşa gittiklerinde "sadak taşıyanlar"ın çevreledikleri safın tam ortasında yer alırlardı.Kızılbaşlar, her aşiretin bir birlik olarak yer aldığı savaş düzeninde, doğrudan kendi aşiret reislerinin koruması altında savaşırlardı. Her aşirete, saygınlığına ve gücüne göre sağ ya da sol, iki kanattan birinde yer verilirdi.Kızılbaşlar ordunun büyük bölümünü oluştururlardı ve at sırtında savaşırlardı.Lurlardan da destek alınırdı.Şehname'deki minyatürlere bakıldığında tüm askerlerin kılıç da mızrak da kullansalar sadakları ve okları olduğu görülür. Yani Safeviler ordularını hafif süvarilerden oluştururdu. Safeviler batıdaOsmanlı Devleti gibiAvrupa'nın düzenli, gelişmiş ve ateşli silahlar ile donatılmış ordularından birine karşı savaşırken doğuda iseÖzbeklerinMoğollar kadar tehlikeli aşiret atlılarına karşı başarılı olmak zorundaydılar.Çaldıran Muharebesi'nde yeğeniDurmuş Han Şamlu'nunŞah İsmail'e Osmanlı ordusunun mevzilenmesini beklemeyi önermesi ve bunun sonucunda alınan ağır yenilgi Safevilerin Osmanlı Devleti'ne karşı bundan sonraki tüm savaş taktiklerini değiştirmiştir. Safeviler, Osmanlı ordularına karşı genel olarak meydan savaşlarında karşı karşıya savaşmak yerine Osmanlı ordularının zayıf noktası olan lojistiğine saldırma taktiğini kullandı ve ateşli silahlar, daha etkin yönetim, daha fazla nüfus gibi dezavantajlarına rağmen başarılı da oldu. Safeviler top kullanımını fazla önemsemediler. Büyük ihtimal ile bunun nedeni çevik Safevi süvarisinin top kullanılması durumunda yavaşlayacak olmasıdır. Osmanlı Devleti'ne göre çok daha zayıf olan Safevi Devleti bu anlayış sayesinde Osmanlı Devleti'nin güçlü olduğu sahaya girmemiş ve böylece bağımsızlığını korumuştur.[48]
Eski dinî inançlarını ve geleneklerini kendilerine has bir İslâmî anlayışla birleştirip sürdüren Türkmenler'in bazı bâtınî-Şiî anlayışları benimsemesiyle ortaya çıkan terimdir.[49]Safevî Devleti'nin kurucusu Şah İsmâil'in babası Şeyh Haydar (ö. 894/1488), büyük bölümünü Azerbaycan ve Doğu Anadolu Türkmen boylarının oluşturduğu taraftar kitlesine, kendilerini diğerlerinden ayırmak için her biri bir imamı temsil eden on iki dilimli kırmızı börk giydirmiş ve bu kitleler zaman içinde kızılbaş diye anılmıştır. “Tâc-ı haydarî” veya kısaca “taç” diye anılan bu baş giysisi, üzerine beyaz bir tülbent sarılan sürahi biçiminde on iki dilimli kırmızı bir kavuktur.[49]Safevi Devleti kaynaklarında Kızılbaş tabiri Safevi Devleti'nin ordusunu oluşturan Türkmenler için kullanılır.[50]
Kızılbaşlar, Safevi Devleti'nin kuruluşunda ve İran'ın fethinde ana etkendi. Gulam birliklerinin aksine, Kızılbaşlar devlet hazinesinden ödemeye güvenmediler, bunun yerine onlara toprak verildi. Karşılığında Safevi şahlarına asker ve erzak sağladılar.[51]
Özellikle Safevîler'de hassa asker topluluğuna verilen ad.[52]İlk olarak İlhanlılarda, daha sonra Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinde kullanılmıştır.[52]Safevilerde ise şah'ın kraliyet muhafızı olarak biliniyorlardı. Korçular teorik olarak Kızılbaş aşiretlerinden askere alındı ve maaşlarını devlet hazinesinden alınan parayla aldılar. Esas olarak Kızılbaşlar arasından askere alınmış olsa da, Kızılbaş ordu birimlerinden bağımsız ve farklı bir birlikti.[kaynak belirtilmeli] Kumandanları korçubaşıydı.
Gürcü kökenli bir gulam olan Allahverdi Han'ın oğlu Davud Han
Gulamlar, eski İslâm devletlerinde orduda, idarede ve sarayda çalıştırılmış köle ve esirlerdir.[53]
Safevilerde gulamlar,, Kafkasya'dan gelen eski Hristiyanlardan, özellikle Gürcülerden, Çerkezlerden ve Ermenilerden oluşan bir birimdi.[54]Kumandanları kullar ağasıydı.
Şah İsmail zamanında vardı ve Şah Abbas zamanında yeniden düzenlendiler.[kaynak belirtilmeli] Kumandanları tüfengçi ağası idi. Tüfengciler, geldikleri yerlere göre adlandırıldılar. Mesela İsfahan'dan gelenler "tüfengciyan-ı İsfahan" olarak adlandırıldılar. Bu birlik 12000 kişiydi ve esas olarak Acemleri, Arapları ve Türkmenleri içeriyordu.[54][55]
Safevilerdeki toprakların (tuyul) sahiplerine mülazım, onların askerlerine ise çerik denirdi.[56][57]Safevi Devletindeki Mülazım ve çerikler; Osmanlı Devleti'ndeki sipahi ve cebelilere benzemekte.
Devletin resmî diliFarsçaydı. Saray ve ordu diliAzerbaycan Türkçesi, bürokrasi dili Safevilerin resmî dilinin Türkçe olduğuna dair kaynaklarda şu bilgiler vardır:
"Kızılbaşlar sarayda normal olarakTürkçeninAzeri lehçesi konuşmaktaydılar. Safevi Şahları da onlar gibi Azeri lehçesi konuşmaktaydılar. Şahların ve devlet ve hükûmet ileri gelenlerin Farsçayı anadili gibi konuşmamaları Safevi hanedanı döneminde Farsçanın eski klasik saf klasik standartlarından ayrılıp bozulmasına yol açmıştır."[58]
"Günlük işlerin görülmesinde, Safeviler sarayında ve yüksek dereceli askeri komutanlar ve politik idareciler arasında ve aynı zamanda yüksek dinsel hiyerarşi mensuplarının hepsi tarafından kullanılan dil Farsça değil Türkçe idi."[59]
"Safevi sarayında Türkçenin Azeri lehçesi, özellikle hanedanda dahil ilk Safevi hükümdarlar dönemlerinde, ekseriyetle kullanılmakta idi. Bu dönemde Türkçe dilbilgisi kuralları ve sözcükleri Farsça diline büyük etki yapmıştır ve bunun aksini de, yani Farsçanın grameri ve sözcüklerinin Türkçeyi etkilediğini de, söylemek mümkündür."[60]
Safevilerin resmî dilininFarsça olduğuna dair ise kaynaklarda bu bilgiler vardır.
Roger Savory: ''Şah İsmail zamanında bile saraydaTürkçe konuşulduğu halde bütün resmî belgeler ve diplomatik yazışmalar, hattaTürkçe konuşan devletlerle yapılan yazışmalar bile tamamenFarsçayla kaleme alınmıştır."[61]
Arnold J. Toynbee: "Hindistan'da Gurganı Moğol (Babürlüler),Azerbaycan'da Safevi veTürkiye'deOsmanlı İmparatorluğu rejimlerinin en ileri gelişmeye vardıkları dönemde Yeni Farsça bu geniş alanda rejimlerin en başta gelen edebi şahsiyetlerinin tercih ederek kullandığı dil olmuştur. Yeni Farsça bu büyük alanın 2/3'si içinde, yani Gurganı Moğol veAzerbaycanlı Safevi rejimlerinin sınırları içinde, devlet idaresinin de resmî dili olmuştur."[62]
Azerbaycan'ın şahın ailesinin anavatanı olması dolayısıyla Türkçenin Azerbaycan şivesi hükümdarların, yüksek idarecilerin ve sarayın ve en nihayetKızılbaş askeri komutanlarının ana konuşma dili idi. Buna rağmen genel olarak devlet idaresi için kullanılan dil Farsça idi veFarsça dili diplomatik yazışmalar (inşa); edebi denemeler (adab) ve tarih yazmak için kullanılan tek dildi.[63]
Şah İsmail,KızılbaşAlevî olmasına veOn İki İmamcı Şiilik inancıyla uzlaşması pek kolay olmayan Şiî inancına rağmen, Şiâ'nın mezhepsel ileri gelenlerini ülkesine getirerek, onlara sadakatleri karşılığında toprak ve paralar hediye etti. Safevi döneminden sonra ve özellikleKaçar Alevî-Türkmen hanedanı döneminde Şiî ulemanın rolü artmış, ulema bağımsız ya da hükûmetlerle ortaklaşa rol oynamaya başlamıştır. Safevîler, Alevî-Bektâşî Türkmen tasavvufî geçmişine sahiptirler. Devlet feodal bir teokrasi haline geldi fakat bu din ve devlet ayrılığı biçiminde değildi.[kaynak belirtilmeli] Şah dinsel ve dünyevi yetkilerin her ikisini birden elinde tutuyordu.[kaynak belirtilmeli]
Osmanlı devleti ile süren güç mücadeleleri sırasındaOrta Asya'danAnadolu'ya göç etmekte olanTürkmenler, güzergâhları üzerinde olan Safevî İmparatorluğu'dan geçmekteydiler. Bu nüfus kitlelerini kendi tarafına çekmeyi düşünen Safevîler,Alevilik inancınınTürkmenler arasındaasimilasyona karşı sabit tutabilmeyi sağladılar.[64]Şah İsmail'in öncelikli hedefiDoğu Anadolu olduğundan burada yaşayan halkların özellikleZaza Türkmenlerin büyük çoğunluğu ve bir kısım toplulukların İslam'ın Alevî-Bektâşî Tasavvuf silsilesine mensupturlar.[64]
Safevîler, mücadele ederek İran'ı 1501'de bağımsız bir devlet olarak birleştirmişler ve İslam tarihinde en önemli dönüm noktalarından birini oluşturan, İsnâaşeriyye mezhebini İmparatorluğun resmî dini olarak belirlemişlerdir. 1502'ye kadar I. İsmail, İran'da Tebriz'in yanı sıra Ermenistan, Azerbaycan ve Dağıstan bölgelerini ele geçirdi. İran'ın çoğunluğunun hâlâ Sünni olduğu bölgelerdeki kontrolünü sağlamlaştırmak için önündeki on yıl boyunca mücadele verecekti. Ordusu ilk 1504 yılında orta bölgelere yayılmıştı. 1510 yılında nihayet Horasan bölgesini ve Herat şehrini fethedip, 1505-1508 yılları arasında güneybatı İran'ı ele geçirdi.
Azerbaycan'ın ve İran'ın kültürü Safevî himayesinde gelişti. I. İsmail, birçokAzerice şiir yazdı. Şah Tahmasp bir ressamdı. ŞahII. Abbas iseTanî mahlasıyla Türkçe şiirler yazan bir şair olarak da tanınmıştı.
Bu dönemde kiremit imalatı, çömlekçilik, dokumacılık gibi el sanatları gelişirken,minyatürcülük, ciltçilik, dekorasyon ve hattatlıkta büyük ilerlemeler kaydedildi. 16. yüzyılda halı dokumacılığı bir göçebe ve köylü sanatı olmaktan çıkarak, profesyonel tasarım ve imalata dayalı iyi işleyen bir sanayi haline dönüştü. Tebriz bu sanayinin merkezi konumundaydı. Erdebil halıları yalnızca hanedana hasredilmişti. Yanlış adlandırılmış meşhurPolonez Halıları 17. yüzyılda İran'da imal edilirdi.
Geleneksel formlar ve malzemeler kullananRıza Abbasi (1565-1635) İran resmini, yarı çıplak kadınlar, gençlik ve aşıklar gibi yeni temalarla tanıştırdı. Onun resim ve hat tarzı Safevi döneminin pek çok sanatçılarını etkileyerek, İsfahan ekolü olarak bilinir hale geldi. 17. yüzyılda uzak kültürlerle - özellikle Avrupa ile gelişen ilişkiler İranlı sanatçılara yeni fikirler verdi. Kısa sürede üç boyutlu görünümü, perspektif ve gölgeyi, yağlı boya kullanmayı benimsediler. O kadar ki, Şah II. AbbasMuhammed Zaman adlı ressamını eğitim görmesi için Roma'ya göndermişti.
İsfahan, Büyük Abbas'ın 1598'te başkentini daimi olarak oraya taşımasından sonra Safevi mimarisinin en seçkin örnekleriyle doldu. 1630'da yapımı tamamlanan imparatorluk camisiMescid-i Şah ile Mescid-i İmamî, Lütfullah Camii ve İmparatorluk sarayı Âlî Kapu (Osmanlı'daki Bab-ı Âli'ye nispeten) en önemli yapılardır.
Safevî döneminin filozoflarındanMolla Sadrâ, Şah I. Abbas döneminde (1587-1629) yaşadı. En önemli eseri Esfar'dır. Tasavvuf gizemciliği, Şii ilahiyatı ile Aristo ve İşrakiyyun felsefelerini sentezleyen veHikmetü'l Müte'âliye (Metafilozofi = Transcendent Theosophi) denilen bir düşünüş ortaya koydu.
^ Devletin kurulduğu dönemde bu Türklerin ne kadarınınOsmanlı egemenliği altındaki topraklardan geldiğine, ne kadarının diğer Türk beylikleri olanDulkadiroğulları,Akkoyunlular,Karakoyunlular hakimiyetine mensup Türkler olduğu konusunda farklı görüşler mevcuttur.Faruk Sümer, Rıza Yıldırım gibi yazarlar Osmanlı egemenliği altındaki Türkleri vurgularken, Tufan Gündüz gibi yazarlar tarafından Osmanlı toprakları dışındaki Türkleri vurgulamaktadır.
Gündüz, Tufan (2013).Son Kızılbaş Şah İsmail (4. bas.). İstanbul: Yeditepe Yayınevi. s. VIII, 20.ISBN978-605-4052-49-3.
Gündüz, Tufan (2015).Kızılbaşlar Osmanlılar Safevîler. İstanbul: Yeditepe Yayınevi.ISBN978-605-5200-71-8.
Özel
^Savory, Roger (2 Ocak 2007). "The Safavid state and polity".Iranian Studies.7 (1-2): 206.doi:10.1080/00210867408701463.ISSN0021-0862.The somewhat vague phrase used during the early Safavid period, mamalik-i mahrusa, had assumed more concrete forms: mamālik-i īrān; mamālik-i 'ajam; mamlikat-i īrān; mulk-i īrān; or simply īrān. The royal throne was variously described as sarīr-i saltanat-i īrān; takht-i īrān; and takht-i sultān (sic)-i īrān. The inhabitants of the Safavid empire are referred to as ahl-i īrān, and Iskandar Beg describes himself as writing the history of the Iranians (sharh-i ahvāl-i īrān va īrāniān). Shah Abbas I is described as farmānravā-yi īrān and shahryār-i īrān; his seat is pāyitakht-i pādishāhān-i īrān, takhtgāh-i salātin-i īrān, or dār al-mulk-i īrān. His sovereign power is referred to as farmāndahi-yi mulk-i īrān, saltanat va pādishāhi-yi īrān, pādishāhi-yi īrān. The cities of Iran (bilād-i īrān) are thought of as belonging to a positive entity or state: Herat is referred to as a'zam-i bilād-i īrān (the greatest of the cities of Iran) and Isfahan as khulāsa-yi mulk-i īrān (the choicest part of the realm of Iran). ... The sense of geographical continuity referred to earlier is preserved by a phrase like kull-i vilāyat-i īrānzamīn. ... Affairs of state are referred to as muhimmāt-i īrān. To my mind however, one of the clearest indications that the Safavid state had become a state in the full sense of the word is provided by the revival of the ancient title of sipahsālār-i īrān or "commander-in-chief of the armed forces of Iran".
^Tarihî belgelere ve metinlere bakacak olursak Safevi döneminde ‘memalik-i mahruse’ terimi, siyasi bir terim olarak yaygındı. Bu dönemde İran ile Britanya arasında imzalanan (ve Batılı tarzda düzenlenmiş ilk anlaşma gibi görünen), Birinci Şah Abbas döneminden kalma bir anlaşmanın başlığında, girişinde ve yirmi maddesinde memalik-i mahruse yani müttefik krallıklar (guarded kingdoms) terimi 19 kez geçiyor. Bu 19 kullanımın üçünde ‘memalik-i şahiyye-i mahruse’, ikisinde ‘memalik-i mahruse ve biladü’l-melik’ ve birinde de ‘memalik-i mahruse-i şahiyye ve biladü’l-melik’ ibareleri kullanılmış; geri kalanlar da hep ‘memalik-i mahruse’ şeklinde geçmiştir. Bu anlaşmanın hiçbir yerinde ‘memalik-i İran-ı mahruse’ ifadesine rastlamıyoruz. İran yerine ‘memalik-i mahruse’ terimi kullanılmış ve anlaşmanın hiçbir bölümünde ve maddesinde İran adı zikredilmemiş. Bu anlaşmanın müsvedde metni, Ulusal Şura Meclisi Kütüphanesi’nde 5032 numarayla el yazması mecmuası olarak muhafaza ediliyor."İran ne zaman İran oldu?".Şarkul Aswat. Yusuf Azizi. Erişim tarihi:2025-11-13.Arşivlenmesi gereken bağlantıya sahip kaynak şablonu içeren maddeler (link)
^Newman, Andrew J. (Mart 2006).Safavid Iran: Rebirth of a Persian Empire (İngilizce). I. B. Tauris.
^Savory, Roger (2007).Iran under the Safavids (1. publ. 1980 This digitally printed version 2007 bas.). Cambridge: Cambridge Univ. Press. ss. 2-3.ISBN978-0-521-04251-2....Turcoman, tribal forces (qizilbash) which had been largely responsible for bringing the Safavids to power...
^abRoemer, H.R. (1986). "The Safavid Period". Jackson, Peter; Lockhart, Laurence (Ed.).The Cambridge History of Iran, Vol. 6: The Timurid and Safavid Periods. Cambridge University Press. ss. 213, 353.
^Golden,Türk halkları Tar. Giriş. Çeviren, Osman Karatay Ankara 2002, s. 321
^Matthee, Rudi (1 Eylül 2009). "Was Safavid Iran an Empire?".Journal of the Economic and Social History of the Orient (İngilizce).53 (1): 241.doi:10.1163/002249910X12573963244449.
^Uğur, Ahmet (1989).Yavuz Sultan Selim. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü. s. 45.Bu hanedan adını Safevî tarikatı reisi Şeyh Safiyüddin İshak'dan almaktadır
^abGoldschmidt, Arthur (2002).A concise history of the Middle East (İngilizce). Westview Press. s. 142.ISBN0-8133-3885-9.Under the leadership of Shaykh Junayd (d. 1460) and the protection of the Black Sheep Turcomans, the Safavids began converting the large number of Turks in Azerbaijan and Anatolia to Shi'ism. These Shi'i Turks came to be called Kizilbash (red heads) because of their distinctive headgear.
^Savory, Roger (2008). "EBN BAZZĀZ".Encyclopaedia Iranica (İngilizce).3. s. 8.This official version contains textual changes designed to obscure the Kurdish origins of the Safavid family and to vindicate their claim to descent from the Imams
^Amoretti, Biancamaria Scarcia; Matthee, Rudi (2009). "Ṣafavid Dynasty". Esposito, John L. (Ed.).The Oxford Encyclopedia of the Islamic World. Oxford University Press.Of Kurdish ancestry, the Ṣafavids started as a Sunnī mystical order
^Safevîler atEncyclopædia Iranica, "The origins of the Safavids are clouded in obscurity. They may have been of Kurdish origin (see R. Savory, Iran Under the Safavids, 1980, p. 2; R. Matthee, "Safavid Dynasty" at iranica.com), but for all practical purposes they were Turkish-speaking and Turkified."
^Kırkıncı, Mehmet. Alevilik nedir?, İstanbul, Cihan Yayınları, 1990
^Richard Tapper. "Shahsevan in Safavid Persia", Bulletin of the School of Oriental and African Studies, University of Londra, Vol. 37, No. 3, 1974, p. 324.
^Lawrence Davidson, Arthur Goldschmid, A Concise History of the Middle East, Westview Press, 2006, s. 153.
^Chase, Kenneth (2003), Firearms: A Global History to 1700, Cambridge University Press,ISBN 0-521-82274-2
^Fisher, Peter Jackson, Laurence Lockhart, J. A. Boyle, William B.; Jackson, Peter; Lockhart, Laurence; Boyle, J.A. (1986) (İngilizce).The Cambridge history of Iran. Cambridge University Press. s. 950.
^Mazzaoui, Michel B.; Canfield, Robert (2002). "Islamic Culture and Literature in Iran and Central Asia in the early modern period" (İngilizce). Turko-Persia in Historical Perspective. Cambridge University Press. ss. 86-87
^abJurdi Abisaab, Converting Persia: Religion and Power in the Safavid Empire, London, 2004