Psikanaliz,[i] kısmenbilinçdışı zihinle ilgilenen ve birlikte zihinsel bozukluklar için bir tedavi yöntemi oluşturan bir dizi teori veterapötik tekniktir.[ii] Bu disiplin 1890'ların başında, çalışmaları kısmenJosef Breuer ve diğerlerinin klinik çalışmalarından kaynaklananSigmund Freud tarafından kurulmuştur.[1] Freud, 1939'daki ölümüne kadar psikanaliz teorisini ve pratiğini geliştirmiş ve rafine etmiştir. Bir ansiklopedi maddesinde, psikanalizin temel taşlarını "bilinçdışı zihinsel süreçler olduğu varsayımı, bastırma ve direnç teorisinin kabulü, cinselliğin veOedipus kompleksinin öneminin takdir edilmesi" olarak tanımlamıştır. Freud'un meslektaşlarıAlfred Adler veCarl Gustav Jung, psikanalizinbireysel psikoloji (Adler) veanalitik psikoloji (Jung) olarak adlandırdıkları dallarını geliştirdiler, ancak Freud'un kendisi bunlara yönelik bir dizi eleştiri yazdı ve bunların psikanaliz biçimleri olduğunu kesinlikle reddetti. Psikanaliz daha sonraErich Fromm,Karen Horney veHarry Stack Sullivan gibi neo-Freudyen düşünürler tarafından farklı yönlerde geliştirilmiştir.[2]
Sigmund Freud'un insan zihnine ilişkin teorileri, bilinçli ve bilinçdışı yönler arasında ayrım yaparak, bilinçdışı zihnin gizli arzu ve motivasyonlar nedeniyle davranış ve düşüncelerimizi önemli ölçüde şekillendirdiğini ileri sürmektedir. Freud, bu gizlidürtüleri farkındalığa ulaştırma çabalarının genellikle dirençle karşılaştığını ve bunun da bastırma gibi savunma mekanizmalarına yol açtığını belirtmiştir. Bilinçli ve bilinçdışı unsurlar arasındaki çatışmalar zihinsel bozukluklara yol açabilir. Freud ayrıca bilinçdışı malzemenin rüyalarda, kasıtsız eylemlerde ve dil sürçmelerinde ortaya çıkabileceğine inanıyordu.[3][4]
Bu sorunları ele almak için, psikanalitikterapi veya analitik terapi, bilinçdışı materyali bilince çıkararak zihinsel refahı artırmak amacıyla geliştirilmiştir. Psikanalistler bireyin erken çocukluk deneyimlerine büyük önem verirler. Terapi sırasında analistler, hastaların sevgi, bağımlılık ve öfke duygularını analiste yansıtarak çocukluk çatışmalarını yeniden yaşamalarını sağlayan aktarımı uyandırmayı amaçlar.[5]
Geleneksel psikanalitik seanslarda hastalar bir kanepeye uzanırken analist görüş alanının hemen dışında oturur. Hastalarçağrışımlar, fanteziler ve rüyalar da dahil olmak üzere düşüncelerini özgürce ifade ederler. Analistler daha sonra hastanın semptomlarına ve kişilik sorunlarına neden olan gizli çatışmaları ortaya çıkarmak için bu ifadeleri analiz eder. Analistler, aktarım ve karşı aktarımı (analistin hastaya yönelik duyguları) yorumlayarak hastaların sağlıksız savunma mekanizmalarını tanımalarına ve bunlarla yüzleşmelerine yardımcı olur.
Psikanaliz tartışmalı bir alandır ve bir tedavi olarak etkinliği tartışılmaktadır. Yine de psikiyatriyi etkilemeye devam etmektedir.[iii][iv] Psikanalitik kavramlar, edebiyat ve film eleştirisi, folklor analizi, Freudo-Marksizm gibi felsefi bakış açıları ve kültürel fenomenlerin incelenmesi gibi terapi dışındaki çeşitli alanlarda da uygulama alanı bulmaktadır.
Psikanaliz fikri ilk olarak 1890'lardaViyana'da kendi psikanaliz teorisini formüle edenSigmund Freud döneminde ciddi bir ilgi görmeye başladı. Freud,nevrotik veyahisterik semptomları olan hastalar için etkili bir tedavi bulmaya çalışan birnörolog idi. Freud, Çocuk Hastanesi'nde nörolojik danışman olarak çalıştığı sırada bilinçli olmayan zihinsel süreçler olduğunu fark etti ve burada birçokAfazik çocuğun semptomlarının görünürde organik bir nedeni olmadığını fark etti. Daha sonra bu konu hakkında birmonografi yazdı.[6] 1885'te Freud, Paris'tekiSalpêtrière'de ünlü bir nörolog olanJean-Martin Charcot ile çalışmak için burs aldı ve burada Charcot'nun özellikle histeri, felçler ve anesteziler alanlarındaki klinik sunumlarını takip etti. Charcot hipnotizmayı deneysel bir araştırma aracı olarak tanıtmış ve klinik semptomların fotoğrafik gösterimini geliştirmişti.
Freud'un histerik semptomları açıklamaya yönelik ilk teorisi, akıl hocası seçkin doktorJosef Breuer ile birlikte kaleme aldığı ve genellikle psikanalizin doğuşu olarak görülen Histeri Üzerine Çalışmalar (1895; Studien über Hysterie) adlı eserde sunuldu. Eser, Breuer'in vaka çalışmalarında "Anna O." takma adıyla anılanBertha Pappenheim'ı tedavi etmesine dayanıyordu.. Breuer, çeşitli duygusal travma türleri de dahil olmak üzere pek çok faktörün bu tür semptomlara yol açabileceğini yazmış vePierre Janet gibi diğerlerinin çalışmalarına da atıfta bulunmuştur; Freud ise histerik semptomların kökeninde, neredeyse her zaman doğrudan veya dolaylı cinsel çağrışımları olan, sıkıntı verici olayların bastırılmış anılarının yattığını iddia etmiştir.[7]
Aynı dönemde Freud, bilinçdışı zihinsel mekanizmalara ilişkin nöro-fizyolojik bir teori geliştirmeye çalışmış, ancak kısa süre sonra bundan vazgeçmiştir. Bu teori yaşamı boyunca yayınlanmadan kaldı.[8] 'Psikanaliz' terimi ilk kez Freud tarafından 1896 yılında Fransızca olarak yazılan ve yayınlanan "Kalıtım ve nevrozların etiyolojisi" başlıklı makalesinde kullanılmıştır.[9][10]
1896'da Freud ayrıca, histerik semptomların ön koşullarının bebeklikteki cinsel uyarılmalar olduğunu öne sürdüğü mevcut tüm hastalarının cinsel istismar olaylarına ilişkin bastırılmış anılarını ortaya çıkardığını iddia ederekbaştan çıkarma teorisini yayınladı. Her ne kadar 1896'da hastalarının "[bebeklikteki cinsel] sahneleri hatırladıklarını hissetmediklerini" ve kendisine "inançsızlıkları konusunda kesin bir şekilde güvence verdiklerini" bildirmiş olsa da, daha sonraki anlatımlarında hastalarının kendisine bebekliklerinde cinsel istismara uğradıklarını söylediklerini iddia etmiştir. 1898'de arkadaşı ve meslektaşıWilhelm Fliess'e teorisine artık inanmadığını özel olarak kabul etmiş, ancak bunu 1906'ya kadar kamuoyuna açıklamamıştır.[11]
Freud daha sonra, hastaların çocukluk çağı cinsel istismar deneyimlerini rapor ettiği iddialarına dayanarak, 1890'ların ortalarındaki klinik bulgularının, sözde çocukluk çağı mastürbasyon anılarını örtbas etmek için bilinçdışı fantezilerin meydana geldiğine dair kanıt sağladığını iddia etmiştir. Ancak çok daha sonra aynı bulgularıÖdipal arzuların kanıtı olarak iddia etmiştir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, bazı Freud akademisyenleri, Freud'un çocuklukta cinsel istismara uğradığını bildiren hastalarına ilişkin algısına karşı çıkarak, Freud'un önyargılı fikirlerini hastalarına empoze ettiğini ileri sürmüşlerdir.[12][13][14]
1899 yılına gelindiğinde Freud, rüyaların sembolik bir anlam taşıdığını ve genellikle rüya görene özgü olduğunu teorileştirmişti. Freud, bilinçdışının sembolik ve yoğunlaştırılmış düşüncelerden oluşan bir "birincil süreç" ve mantıksal, bilinçli düşüncelerden oluşan bir "ikincil süreç" olduğu hipotezini öne süren ikinci psikolojik teorisini formüle etti. Bu teori, Freud'un en önemli eseri olarak gördüğü 1899 tarihliThe Interpretation of Dreams adlı kitabında yayımlanmıştır.[15][16] Freud, kabul edilemez cinsel isteklerin "Sistem Bilinçdışına" bastırıldığını teorize eden yeni bir "topografik teorinin" ana hatlarını çizdi. Bu istekler, toplumun evlilik öncesi cinsel aktiviteyi kınaması nedeniyle bilinçsiz hale gelmiş ve bu bastırma kaygı yaratmıştır. Bu "topografik teori" Avrupa'nın büyük bölümünde hala popüler olmakla birlikte, büyük ölçüde yapısal teorinin yerini aldığı Kuzey Amerika'da gözden düşmüştür.[17] Ayrıca, The Interpretation of Dreams, Freud'un genç erkeklerin annelerine cinsel olarak ilgi duyduklarını ve anneleriyle seks yapabildikleri için babalarını kıskandıklarını iddia edenOedipal complex'in ilk kavramsallaştırmasını içeriyordu.
PsikologFrank SullowayFreud, Zihnin Biyoloğu adlı kitabında: Psikanalitik Efsanenin Ötesindeadlı kitabında Freud'un libido gibi biyolojik teorilerininCharles Darwin'in çalışmalarına eşlik eden biyolojik hipotezden kaynaklandığını savunmakta veKrafft-Ebing, Molland,Havelock Ellis,Haeckel,Wilhelm Fliess'in teorilerinin Freud'u etkilediğini belirtmektedir.
20. yüzyılın başları, Sigmund Freud'un psikanaliz alanında çığır açan çalışmalarının ortaya çıkışına tanıklık etti ve bu çalışmalar insan gelişimini ve insan zihninin karmaşıklığını anlamamız üzerinde derin bir etki yarattı. Freud 1905 yılında,psikoseksüel evreler kavramını ortaya atan ve erken çocukluk gelişimini her evrede çocuğun baskın cinsel ilgilerine göre beş evreye ayıran çok önemli bir çalışma olan "Cinsellik Teorisi Üzerine Üç Deneme "yi yayınladı:
Freud'un erken dönem teorisinin özünde, toplumsal kısıtlamaların cinsel arzuların bilinçdışına bastırılmasına yol açtığı inancı yatıyordu. Freud'a göre bu bilinçdışı istekler kaygıya yol açabilir ya da fiziksel semptomlar olarak ortaya çıkabilirdi.Hipnotizma veabreaksiyon gibi ilk tedavi yöntemleri, bu bilinçdışı arzuları ön plana çıkarmayı ve böylece ilgili gerilimi ve sonuçta ortaya çıkan semptomları hafifletmeyi amaçlıyordu. Zaman geçtikçe, Freud odağınıserbest çağrışım tekniğine kaydırdı ve önceki yöntemlerinden yavaş yavaş uzaklaştı.
1915 yılında Freud, "Narsisizm Üzerine" adlı çalışmasındanarsisizm kavramını araştırdı.Kateksis adı verilen bir kavram kullanarak kendine yönelen enerji ile başkalarına yönelen enerji arasında ayrım yapma fikrini ortaya attı. Freud, 1917'de "Yas ve Melankoli" adlı eserinde, belirlidepresyon biçimlerinin suçluluk duygusundan kaynaklanan öfkenin içe yöneltilmesiyle bağlantılı olduğunu ve kendine zarar vermeye neden olduğunu öne sürdü. Kendine zarar verme davranışı ve cinselmazoşizmle ilgili konuları 1919'da "Bir Çocuk Dövülüyor" adlı eserinde incelemeye devam etti.[18]
Depresif ve kendine zarar veren hastalarla yaşadığı deneyimlerin yanı sıraI. Dünya Savaşı'nın ardından Freud, oral ve cinsel dürtülerin ötesindeki davranış motivasyonlarını keşfetmeye başladı. 1920'de "Grup Psikolojisi ve Ego Analizi "nde davranış için önemli bir motivasyon olarak liderler ve grup üyeleriyle özdeşleşmenin rolünü tartıştı. Aynı yıl Freud, "Beyond the Pleasure Principle" (Haz İlkesinin Ötesinde) adlı çalışmasında, insanın yıkıcılığını anlama çabası olarak hem cinselliği hem de saldırganlığı ele alan ikili dürtü teorisini önermiştir. Bu çalışma aynı zamanda Freud'unid, ego ve süperego olmak üzere üç yeni kavramı içeren "yapısal teorisinin" de başlangıcı oldu.[19]
Freud 1923 yılında id, ego ve süperego hakkındaki fikirlerini "The Ego and the Id" (Ego ve İd) adlı kitabında bir araya getirdi. Bu kitapta, bastırmanın kaygıyı azaltmak için kullanılan birçok savunma mekanizmasından sadece biri olduğunu vurgulayarak zihinsel işleyiş teorisini gözden geçirdi. Freud, bastırmanın hem kaygıya neden olabileceğini hem de kaygıdan kaynaklanabileceğini iddia etmiştir. 1926'da "Engellemeler, Belirtiler ve Anksiyete" adlı kitabında, dürtüler ve süperego arasındakiintrapsişik çatışmaların nasıl anksiyete yarattığını ve akıl ve konuşma gibi zihinsel işlevlerin engellenmesine yol açtığını araştırdı.[20]
1924 yılındaOtto Rank, Freud'un teorilerinde tanımlamadığı bir aşama olan Ödipal kompleksin gelişiminden önceki ayrılık kaygısının kültürel ve felsefi yönlerini analiz eden "Doğum Travması "nı yayınladı. Freud'a göre Oedipus kompleksi nevrozun merkeziydi ve sanat, mit, din, felsefe, terapi ve genel olarak insan kültürünün temel kaynağı olarak hizmet ediyordu. Bu bakış açısı Freud'un yakın çevresindeki çağdaşları tarafından şüpheyle karşılandı.[21]
1936 yılına gelindiğinde, "Çoklu İşlev İlkesi", psikolojik semptomların hem çatışma çözümünden kaynaklandığı hem de çatışma çözümüyle hafifletildiği fikrini genişletenRobert Waelder tarafından daha da açıklığa kavuşturuldu. Fobiler ve kompulsiyonlar gibi bu semptomlar, cinsel ve agresif arzular, süperego,anksiyete, gerçeklik ve savunma mekanizmaları da dahil olmak üzere çeşitli bileşenlerin unsurlarını temsil ediyor olarak görülüyordu.
Aynı yıl, Sigmund'un kızı Anna Freud, "Ego ve Savunma Mekanizmaları" adlı ufuk açıcı çalışmasıyla önemli bir katkıda bulundu. Bu kitap, zihnin sıkıntı verici düşünceleri bilinçten dışlayarak kendini koruyabileceği çeşitli yolları ayrıntılı olarak açıklıyordu.[22]
Adolf Hitler'in gücü arttığında, Freud ailesi ve meslektaşlarının çoğu Londra'ya kaçtı. Bir yıl içinde Sigmund Freud öldü.[23] Amerika Birleşik Devletleri'nde de Freud'un ölümünün ardından yeni bir grup psikanalist egonun işlevini araştırmaya başladı.Heinz Hartmann liderliğindeki grup, egonun psişik işleyişte bir aracı olarak "sentetik" işlevine dair anlayışlar üzerine inşa etti ve bunu "özerk" ego işlevlerinden (örneğin hafıza ve akıl) ayırdı. 1950'lerin bu "ego psikologları", bilinçdışı çatışmaların daha derin köklerini keşfetmeden önce savunmalara (ego tarafından aracılık edilen) odaklanarak analitik çalışmaya odaklanmanın yolunu açtılar.
Buna ek olarak,çocuk psikanalizine olan ilgi de artmıştır. Psikanaliz, çocukluk gelişimi üzerine bir araştırma aracı olarak kullanılmıştır,[v] ve hala bazı zihinsel rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmaktadır.[24] 1960'larda Freud'unkadın cinselliğinin çocukluktaki gelişimine ilişkin ilk düşüncelerine meydan okundu; bu meydan okuma kadın cinsel gelişimine ilişkin çeşitli anlayışların gelişmesine yol açtı,[25] bunların birçoğu Freud'un teorilerinden bazılarının zamanlamasını ve normalliğini değiştirmiştir. Birçok araştırmacıKaren Horney'in kadınların gelişimini etkileyen toplumsal baskılar üzerine yaptığı çalışmaları takip etmiştir.[26]
21'inci yüzyılın ilk on yılında, Amerika Birleşik Devletleri'ndeUluslararası Psikanaliz Birliği'nin (IPA) bir bileşen kuruluşu olanAmerikan Psikanaliz Birliği (APsaA) tarafından akredite edilmiş yaklaşık 35 psikanaliz eğitim enstitüsü bulunmaktadır ve Amerika Birleşik Devletleri'nde 3000'den fazla mezun psikanalist çalışmaktadır. IPA, Sırbistan, Fransa, Almanya, Avusturya, İtalya, İsviçre,[27] gibi ülkeler de dahil olmak üzere dünyanın geri kalanında bu tür "bileşen kuruluşlar" aracılığıyla psikanalitik eğitim merkezlerini ve doğrudan Amerika Birleşik Devletleri'nde yaklaşık altı enstitüyü akredite etmektedir.
Freud 1902 yılındaEdward Shorter'ın bir hareket olarak psikanalizin başlangıcı olduğunu savunduğuPsychological Wednesday Societyyi kurdu. Bu dernek 1908'de Avusturya'nın Salzburg kentinde düzenlenen ilk uluslararası psikanaliz kongresiyle aynı yılViyana Psikanaliz Derneği adını aldı.[28]Alfred Adler ilk yıllarında bu derneğin en aktif üyelerinden biriydi.[29]
İkinci psikanaliz kongresi 1910 yılında Almanya'nın Nürnberg kentinde gerçekleşti.[28](s110) Bu kongredeFerenczi,Jung'un ömür boyu başkan olacağı bir Uluslararası Psikanaliz Derneği kurulması çağrısında bulundu.[30](s15) Üçüncü kongre 1911'de Weimar'da yapıldı.[28](s110) Londra Psikanaliz Derneği 1913 yılındaErnest Jones tarafından kurulmuştur.[31]
1950'lerde psikanalizpsikoterapi'nin ana yöntemiydi. Davranışçı psikoterapi modelleri 1960'larda psikoterapide daha merkezi bir rol üstlenmeye başlamıştır.[vi][32] Psikanalitik gelenek içinde eğitim almış bir psikiyatrist olanAaron T. Beck, psikanalitik depresyon modellerini deneysel olarak test etmek üzere yola çıkmış ve bilinçli kayıp ve kişisel başarısızlık ruminasyonlarının depresyonla ilişkili olduğunu bulmuştur. Çarpıtılmış ve önyargılı inançların depresyonun nedensel bir faktörü olduğunu öne sürmüş ve depresyonu açıklamak içinşemalar yapısını kullanarak on yıllık bir araştırmanın ardından 1967'de etkili bir makale yayınlamıştır.[32]:221 Beck, depresyonun nedenine ilişkin ampirik olarak desteklenen bu hipotezi 1970'lerin başındabilişsel davranışçı terapi (BDT) adı verilen bir konuşma terapisine dönüştürmüştür.
Bağlanma teorisi teorik olarakJohn Bowlby tarafından geliştirilmiş ve deneysel olarakMary Ainsworth tarafından resmîleştirilmiştir.[33] Bowlby psikanalitik eğitim almıştı ancak psikanalizin bazı özellikleri konusunda endişeliydi;[34]:23 o dönemde psikanalizin dogmatizminden, esrarengiz terminolojisinden, çocuk davranışında çevreye dikkat edilmemesinden ve çocuk davranışına konuşma terapisinden türetilen kavramlardan rahatsızdı.[34]:23 Buna karşılık,etoloji ilkelerine dayanan alternatif bir çocuk davranışı kavramsallaştırması geliştirmiştir.[34]:24 Bowlby'nin bağlanma teorisi, Freud'un Ödipal modele dayananpsikoseksüel gelişim modelini reddeder.[34]:25 Çalışmaları nedeniyle Bowlby, teorilerini kabul etmeyen psikanalitik çevrelerden dışlanmıştır. Bununla birlikte, kavramsallaştırması 1970'lerde anne-bebek araştırmalarında yaygın olarak benimsenmiştir.[34]:26
Psikanalizin ana metodu,serbest çağrışımıntransferans ve direnç analizidir.Analizana (hastaya), rahat bir halde, aklına gelenleri söylemesi söylenir. Burada, düşler, umutlar, dilekler vefanteziler geçmiş aile yaşantısının birer anısı olarak ilgi konusudur. Genellikle, analist sadece dinler ve sadece profesyonel kanaati gerektiğinde, yani hasta için içgörü uyandırma fırsatı yakaladığında yorumlar. Dinlemede, analistempatik tarafsızlığı, yani güvenli bir ortam yaratmak için geliştirilen yargılamayan duruşunu korur. Analist, analizanınsöyleminde ve davranışlarında beliren kalıp ve çekingenlikleri değerlendirirken, analizandan tüm dürüstlüğü ile bilincine ne gelirse konuşmasını ister.
Birçok klinisyen psikanalizi ciddi psikolojik bozukluğu olan olgular, örneğinpsikoz, intihara meyillidepresyon ya da ağır tedavi edilmemişalkolizm için önermez. Bu tip hastalar "analiz-edilemez" olarak nitelendirilir. Tipik uygulamalar klinik depresyon vekişilik bozukluklarını içerir.
Günümüz bazı psikanaliz şekilleri, kendine güveni artırma yoluyla hastalaraözsaygı kazandırmakta,ölüm korkusu ve bu korkunun davranışlar üzerindeki etkilerini yenmekte ve birbiriyle bağdaşmaz gibi gözüken ilişkileri sürdürmekte yardımcı olmaya çalışır. Bireysel danışan seansları bir gelenek olarak kalsa da, psikanaliz birgrup terapi şekli olarakHarry Stack Sullivan tarafından uyarlandı.
Şu an birçokpsikanalist, analizin daha çoknevroz olguları ve kişilik ya da karakter sorunları yaşayan olgularda yararlı bir yöntem olduğunu iddia eder. Psikanalizin daha çok samimiyet ve ilişkilerin kökleşmiş sorunları ve oturmuş problemli yaşam kalıpları ile uğraşırken faydalı olduğuna inanılır.Terapötik bir tedavi olarak psikanaliz genellikle haftada üç ila beş görüşme ile sürer ve doğal ya da normal olgun bir gelişme için belli bir tedavi süresini gerekli kılar (üç ila beş yıl arası).
Geçmişrandomize kontrollü denemelerin analizi belirli psikiyatrik bozukluklarda psikanalitik tedavinin, tedavinin olmadığı durumlardan daha etkili olduğunu gösterir.[1]. Psikanalizin ve psikanalitik psikoterapinin etkililiği üzerine yapılan deneysel çalışmalar da psikanalitik araştırmacılar arasında belirginleşmiştir.
Bazı toplulukların psikodinamik tedavileri ile yapılan araştırmalar farklı sonuçlar vermiştir. Analist Bertram Karon ve arkadaşları tarafından Michigan Eyaleti Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma yeterli düzeyde eğitildikleri zaman psikodinamik terapistlerinşizofrenik hastalarda etkili olabileceklerini önermiştir. Daha yakın döneme ait araştırmalar ise bu önermeler hakkında şüphelidir.Şizofreni Hastaları Sonuçları Araştırma Grubu 5 Ekim 2006 tarihindeWayback Machine sitesindearşivlendi. PORT) raporu etkililiğinin kanıtlanması için daha çok denemeye ihtiyaç duyulduğunu belirterek, psikodinamik terapinin şizofreni olgularında kullanılmasına karşı çıkmışlardır (öneri 22 26 Eylül 2006 tarihindeWayback Machine sitesindearşivlendi.). Ancak, PORT'un önerisi deneysel çalışmalardan çok klinisyenlerin düşünceleri üzerine gelişmiştir ve deneysel veriler bu öneri ile çakışmamaktadır. (Özete bağlantı).Cochrane Kütüphanesindeki güncel bir medikal literatür çalışması (güncellenmiş özet 11 Kasım 2006 tarihindeWayback Machine sitesindearşivlendi.) şizofreniyi tedavide psikodinamik psikoterapinin etkinliğini gösteren bir verinin olmadığı sonucuna varmıştır. Başka veriler de, örneğincinsel suçluların tedavisinde psikanalizin etkili olmadığını (ve muhtemelen zararlı) göstermiştir.
Psikanalitik tedavininAmerika Birleşik Devletleri'nde bir psikanaliz enstitüsünde bir psikanalist adayı ile seansı 10dolardan kıdemli bir eğitim analisti ile seansı 250 dolara kadar değişebilen bir maliyeti vardır.
Tedavinin süresi değişkendir. Kimi psikodinamik yaklaşımlar, örneğinKısa ilişkisel terapi veKısa süreli psikodinamik terapi tedaviyi 20-30 seans ile bitirir. Geleneksel psikanaliz tedavisi daha uzun bir zaman alır, yaklaşık 3-5 yıl. Tedavi süresinin uzunluğu hastanın ihtiyaçlarına göre değişkenlik gösterir...
Psikanalizin tarihi boyunca az sayıda istisnalar dışında, birçok psikanaliz topluluğu üniversite zemininin dışında var olmuştur.
Psikanalitik eğitim çoğunlukla bir psikanaliz enstitüsünde gerçekleşir ve bu eğitim 4-10 yıl sürebilir. Bir psikanalistin eğitimi dersleri, hasta tedavilerinde aldığı süpervizyonu ve 4 yıl ya da daha fazla sürebilen kişisel analizini kapsar.
Profesyonel psikanaliz dünyasında devam eden bir tartışma psikanalitik eğitime girecek olan adayların niteliklerinin neler olması gerektiğini yönündeki kaygılardır. Freud, sosyal bilimlerden gelen ve tıp eğitiminden gelmeyen adayların da hekimler kadar eğitime hazır olduklarına inanmıştır.
Amerikan Psikanaliz Derneği, yakın bir zamana kadar psikanaliz eğitimini tıp doktorlarıyla sınırlamıştı. Geniş tartışmalar ve yasal mücadelelerden sonra psikanalitik eğitim diğer ruh sağlığı uzmanları, örneğin psikologlar ve kliniksosyal çalışmacılar, için açık hale geldi. Şu an ABD'de, edebi çalışmalar ya da felsefe gibi disiplinlerden gelen adaylar için eğitim veren kısıtlı sayıda enstitü vardır. Öbür taraftan,Avrupa'daki veLatin Amerika'daki birçok enstitü formal klinik eğitim almayan adayları programlarına kabul etmektedir.
Freud'un orijinal görüşleri klasik psikanalitik kuramı oluşturur. Kuramda zihnin yapısı, psişik öğeleri, kişiliğin gelişimi ve değişimi dinamik bir bakış açısından anlatılır.
Psikanaliz genel olarak aşağıdaki hipotezlerden oluşur:
İnsan gelişimi en iyi, cinsel arzunun değişen nesneleri yoluyla anlaşılabilir.
Psişik sistem alışılmış olarak cinsel ve saldırgan istekleri baskılar ve bu istekler düşüncelerin bilinçdışı sistemlerinde saklanır.
İstekler üstündeki bilinçdışı çatışmalar kendilerini rüyalarda,dil sürçmelerinde ve diğer belirtilerde ifade eder.
Bilinçdışı çatışmalar nevrozun kaynağıdır.
Nevroz, psikanaliz yoluyla bilinçdışı isteklerin ve bastırılmış olanın bilince geri getirilmesi ile tedavi edilebilir.
Bilinçdışı ile dürtülerin farkındalık dışında olduğu zihinsel işlevler bölümü kastedilir. Psikanalitik bilinçdışı, popüler bir kavram olan bilinçaltına benzer ama aynı değildir. Psikanaliz için, bilinçdışı bilinçte olmayan her şey değildir. Örneğin, motor becerileri, istem dışıfizyolojik hareketler değil ancak bilinçli aktif düşüncedeki bastırılanlardır. Ayrıca, önyargı gibi otomatik süreçlerin örnekleri ve şimdiki ilişkilerin üzerindeki geçmişin etkileri bilinçdışıdır.
Freud'a göre, psikolojik bastırma yoluyla aklın ötesine taşınan kültür tarafından kabul edilmeyen düşünceler, arzular ve istekler, travmatik yaşantılar ve acı veren duyguların deposu bilinçdışıydı. Ancak, içerik her zaman olumsuz olmak zorunda değildi. Psikanalitik bakış açısına göre, bilinç dışı sadece kendi etkileri ile fark edilebilen bir güçtü - kendinibelirtilerle ifade ederdi.
Freud'un daha sonra geliştirdiği "yapısal teorisi"ne göreego,süperego veid zihnin bölümleridir. "İd" "ilkel arzuları" (cinsellik, saldırganlık, açlık vs.) saklayan, "süperego" içselleştirilmiş norm, ahlak vetabuları kapsayan ve "ego" bu iki bölümün arabulucusu ve kendilik duygusuna yol veren bölümdür.
İd, doğuştan vardır ve psişik enerjinin kaynağıdır. İlkel arzular; açlık, su, dışkılama, cinsellik ve ısınma, için temel güdüler İd'de saklıdır. Freud, bu psişik enerjinin bebeğin doğuştan getirdiği biyolojik bir enerji olduğunu söyler.Libido adını verdiği bu biyolojik enerji, bebeğin büyüyüp geliştiği süreçte psişik bir enerji haline gelir. Kurama göre, bu süreç bebeğin bilinç düzeyinde değildir, bilinçdışı olarak gerçekleşir.
İd,haz ilkesi (pleasure principle) ile hareket eder ve amaç bir an önce doyuma ulaşmaktır. Amaca ulaşamamak ve bu yolda engellenmek gerginliğe neden olur ve bunu yenmek için gösterilecek çabayı körükler. Freud'a göre, doyuma ulaşmak ve gerginliği azaltmak için bir yolubirincil süreç (primary process) düşüncedir. Buna göre, istenilen ve arzu edilen şey düşlenerek doyuma ulaşılır.
Ego, İd'den sonra gelişen bir diğer yapıdır. Bebeğin altıncı ayından itibaren İd'den kaynaklanarak gelişmeye başlayan Ego, bilinci ve gerçekliği temsil eder. Enerjisini İd'den alır ve aldığı bu enerjiye göre şekillenir. İd'in doyuma ulaşmak için kullandığı birincil süreç tarzı düşüncenin yeriniikincil süreç (secondary process) tarzı düşünceye bıraktığı yerdir. Düşleyerek yaşamanın mümkün olmadığını söyleyen Ego, devreye düşünme, karar verme ve planlama yetilerini sokar. İd'in sabırsızca doyum elde etme ve düşlemlerini daha gerçekçi yapıya dönüştüren Ego,gerçeklik ilkesine (reality principle) göre çalışır.
İd ve Ego'dan sonra Süperego yapısı oluşur. Çocuk konuşmayı ve kültürü öğrenmeye başladıkça Süperego'su gelişir. Büyüme aşamalarının her birinde kültürü (babanın dilini), normları, sembolleri, kuralları, yasakları öğrenir ve içselleştirir. Vicdani yapısı gelişen çocuk, çevresi tarafından kimi zaman onaylanır, kimi zaman onaylanmaz. Bakıcıları tarafından kabul edilmeyen şeyleri fark eder ve onaylanmamaktan kaçınır. Örneğin, bakıcıları tarafından onaylanmak için yatağını ıslatmamayı öğrenir ve bundan haz duyar.
Klasik psikianalize göre, bu üç ruhsal yapı çok karmaşık ilişkilerle ve sistematikle insan gelişimini belirler ve kişiliğini oluşturur. Bu üç yapı sürekli olarak, birbirinden kaynaklanan ve birbiriyle etkileşen dinamik bir yapıdır (kişiliğin dinamiği). Bu dinamik yapı, Freud'un görüşlerini takip edenlerin ve geliştirenlerin kendilerinipsikodinamik kuramcılar olarak tanımlamalarını da yol açmıştır.
Breuer ile birlikte Freud, histeri vakaları üzerinde yoğunlukla çalışmış ve kuramını geliştirmiştir. Hastalarından edindiği bilgiler doğrultusunda, Freud farkında olunmayan bilinçdışı gelişen ve etkileşen güçlerin olduğu varsayımını kabul etmiştir. Bu durumda, İd ve Süperego'nun çalışmaları bilinç düzeyindedir ve kişi bu etkileşimin farkında değildir. Ego, birincil düzeyde bilinçlidir ve bilinçdışı gerçekleşensavunma mekanizmaları ile kişiyi yoğun kaygı ve çatışmadan korur.
Freud ve psikanalize yönelik eleştiriler, genellikleFreud Savaşları olarak anılan, kapsamlı ve çekişmeli olmuştur. Önemli eleştirmenler arasında psikanalizin bilimsel temelini sorgulayan dilbilimciNoam Chomsky ve psikanalizi sözde bilimsel teorilerden etkilenmiş olarak gören evrimsel biyologStephen Jay Gould bulunmaktadır.Hans Eysenck veJohn F. Kihlstrom gibi psikologlar da psikanalizi sözde bilim olarak eleştirmişlerdir.Temel tartışma noktalarından biri psikanalizin bir bilim olarak kabul edilip edilemeyeceğidir. Psikanalizin teorik temelleri bilimsel pozitivizmden ziyade yorumlayıcıfenomenolojiyle uyumludur ve bu da onu pozitivist yaklaşımlarla büyük ölçüde uyumsuz hale getirir. İlk eleştirmenler, nicel ve deneysel araştırma eksikliğinin, bunun yerine klinik vaka çalışmalarına dayanmasının bilimsel güvenilirliğini engellediğini savunmuştur.[35][36][37][38]
FilozofKarl Popper, psikanalizin bir sözde bilim olduğunu, çünkü iddialarının yanlışlanabilir olmadığını ve dolayısıyla bilimsel geçerlilikten yoksun olduğunu iddia etmiştir.Imre Lakatos, psikanalistlerin temel varsayımlarını terk edecekleri deneysel koşulları belirlemeyi reddettiklerini vurgulamıştır.[39]
Mario Bunge gibi çeşitli akademisyenler, birçok psikanalitik teorinin ya test edilemez olduğunu ya da kanıtlarla desteklenmediğini savunmuştur.Martin Seligman'ın başını çektiği bilişsel bilimciler, Freudyen görüşlerin gözden düşmesinde rol oynayarak psikolojide bilişsel devrime yol açmışlardır.[40]
Henri Ellenberger gibi eleştirmenler psikanalizi metodolojik ve yapısal gerekçelerle sorgulamış ve onu felsefi bir mezheple karşılaştırmıştır. Hatta bazıları Freud'u vaka uydurmakla suçlarken diğerleri Freud efsanesinin psikanalizi popülerleştirmek için abartıldığını savunmuştur.[41]
Çağdaş Fransız filozoflarMichel Foucault veGilles Deleuze psikanalizin bir güç merkezi haline geldiğini iddia etmiş ve tekniklerini dini günah çıkarmaya benzetmişlerdir.Jacques Lacan, Amerikan ve İngiliz psikanalitik geleneklerini hayali nedenleri vurguladıkları için eleştirmiştir.Luce Irigaray psikanalizi kadınları dışladığı için eleştirmiş,Félix Guattari ise psikanalizin iktidar yapısını ve kapitalizmle uyumunu eleştirmiştir.[45]
Kapsamlı eleştirilere rağmen, Freudyen teorinin bazı yönleri geçerliliğini korumaktadır. Bilinçdışı fikri ve aktarım olgusu bilişsel psikoloji ve sosyal psikoloji gibi alanlarda incelenmiştir. Bununla birlikte, bilinçdışı fikri hala tartışmalıdır; bazıları bunun psikanalitik teori ile uyumlu olduğunu savunurken diğerleri bunu alakasız bulmaktadır. Shlomo Kalo psikanalizi hatalı varsayımları ve maneviyat ve din üzerindeki etkisi nedeniyle eleştirmiştir.
Jacques Derrida, Freud'un çalışmalarındaki gerilim ve çelişkileri ortaya çıkararak ve Batı metafiziği ve teolojisinin psikanaliz üzerindeki etkisini vurgulayarak psikanalitik teoriyi yapısöküm teorisine dahil etmiştir.
^Freud, Sigmund. 1953 [1906]. "Nevrozların Etiyolojisinde Cinselliğin Oynadığı Rol Üzerine Görüşlerim." Pp. 269-79The Standard Edition içinde 7,J. Strachey tarafından düzenlenmiştir. Londra:Hogarth Press.
^Cioffi, F. 1998 [1973]. "Freud Yalancı mıydı?" Pp. 199-204 içindeFreud ve Sahte Bilim Sorunu.Open Court.
^Esterson, Allen. 1998. "Jeffrey Masson ve Freud'un baştan çıkarma teorisi: Eski mitlere dayanan yeni bir masal (Human Nature Review'da özet)."İnsan Bilimleri Tarihi 11(1):1-21.DOI:10.1177/095269519801100101.
^Gay, Peter. 1988.Freud: A Life for Our Time. New York:W. W. Norton. pp. 3-4, 103.
^Feynman, Richard (2007) [1998].The Meaning of It All: Thoughts of a Citizen-Scientist. Londra: Penguin. ss. 114-5. Feynman was also speaking here of psychiatrists.
^"Psikanaliz nedir? Elbette bu soruya pek çok şeydir diye cevap vermek gerekir - bir teori, bir araştırma yöntemi, bir terapi, bir bilgi bütünü. Ne yazık ki kısaltılmış bir tanım olarak kabul edilebilecek bir şekilde Freud, aktarım ve direnci tanıyan herkesin, kendi vardığı sonuçlardan farklı sonuçlara ulaşsa bile bir psikanalist olduğunu söylemiştir.... Ben analitik durumu daha geniş bir şekilde, yardım arayan birinin, aralarında neler olup bittiğini ve nedenini ifade etmek amacıyla kendisini olabildiğince dikkatle dinleyen biriyle olabildiğince özgürce konuşmaya çalıştığı bir durum olarak düşünmeyi tercih ediyorum.David Rapaport (1967a) bir keresinde analitik durumu, kişiler arası ilişki yöntemini son sonuçlarına kadar taşımak olarak tanımlamıştı." Gill, Merton M. 1999. "Psikanaliz, Bölüm 1: Gelecek için Öneriler."Psikanaliz ve Psikoterapi için Zorluklar: Gelecek için Çözümler. New York:American Mental Health Foundation. Arşivlendi 10 Haziran 2009.
^"Psikanaliz 20. yüzyılın başından önce var olmuş ve bu yıllar içinde psikiyatrinin temel disiplinlerinden biri olarak kendini kabul ettirmiştir. Psikanaliz bilimi, psikodinamik anlayışın temelini oluşturur ve yalnızca psikanalizin kendisini değil, aynı zamanda psikanalitik yönelimli psikoterapinin çeşitli biçimlerini ve psikodinamik kavramları kullanan ilgili terapi biçimlerini de kapsayan çeşitli terapötik müdahale biçimleri için temel teorik referans çerçevesini oluşturur." Sadock, Benjamin J. ve Virginia A. Sadock. 2007.Kaplan and Sadock's Synopsis of Psychiatry (10th ed.).Lippincott Williams & Wilkins. s. 190.
^"Psikanaliz, birçok psikiyatristin hastalar ve tedavi hakkında düşünme şeklini düzenleyen önemli bir paradigma olmaya devam etmektedir. Bununla birlikte, sınırlılıkları daha yaygın olarak kabul edilmekte ve gelecekte birçok önemli ilerlemenin diğer alanlardan, özellikle de biyolojik psikiyatriden geleceği varsayılmaktadır. Biyolojik devrim meyvelerini verdikten sonra psikanalitik düşüncenin hastaların tedavisini ve psikiyatristlerin eğitimini düzenlemedeki uygun rolü henüz çözülmemiştir. Biyolojik kusurlara veya anormalliklere yönelik tedaviler, psikanalitik bir çerçevede düzenlenen bir programda teknik adımlar haline gelecek midir? Psikanaliz, şu anda kronik fiziksel hastalığı olan hastalar için yaptığı gibi, biyolojik kusur ve terapötik müdahaleler nedeniyle yaşamları deforme olan bireyler için destekleyici müdahaleyi açıklamaya ve yönlendirmeye hizmet edecek mi, psikanalist psikiyatrik diyaliz programında yer alacak mı? Yoksa psikanalizin ağır akıl hastalarının tedavisindeki rolünü, psikiyatrideki hümanist geleneğin son ve bilimsel olarak en aydınlanmış aşaması olarak mı göreceğiz; biyolojideki ilerlemeler uzun zamandır sadece rahatlattığımız kişileri tedavi etmemize izin verdiğinde yok olan bir gelenek mi?"Michels, Robert. 1999. "Psikanaliz ve Psikiyatri: Değişen Bir İlişki."Psikanaliz ve Psikoterapi için Zorluklar: Gelecek için Çözümler. New York:American Mental Health Foundation. Arşivlendi 6 Haziran 2009.
Borch-Jacobsen, M (1996). Remembering Anna O: A century of mystification. London, Routledge.ISBN 0-415-91777-8
Cioffi, F. (1998).Freud and the Question of Pseudoscience. Open Court Publishing Company.ISBN 0-8126-9385-X
Erwin, Edward,A Final Accounting: Philosophical and Empirical Issues in Freudian PsychologyISBN 0-262-05050-1
Fisher S., Greenberg RP. (1977),The Scientific Credibility of Freud’s Theories and Therapy. New York: Basic Books, 1977.
Fisher S, Greenberg RP. (1996),Freud Scientifically Reappraised: Testing the Theories and Therapy. New York: John Wiley, 1996.
Gellner, Ernest,The Psychoanalytic Movement: The Cunning of Unreason. A critical view of Freudian theory.ISBN 0-8101-1370-8
Grünbaum, Adolf (1979), Is Freudian Psychoanalytic Theory Pseudo-Scientific by Karl Popper's Criterion of Demarcation?, "American Philosophical Quarterly", 16, Ap 79, s.131-141.
Grünbaum, Adolf (1985)The Foundations of Psychoanalysis: A Philosophical CritiqueISBN 0-520-05017-7
Janov, Arthur, "Grand Delusions." Chapter 8: Freud's theory as therapy: The talking cure that doesn't heal.[2] 28 Ekim 2006 tarihindeWayback Machine sitesindearşivlendi.
Loftus, EF & Ketcham, K. (1994)The Myth of Repressed Memory. NY: St. Martin's Press.
Macmillan, Malcolm, and Frederick Crews,Freud Evaluated: The Completed ArcISBN 0-262-63171-7
Morley S, Eccleston C, Williams A. (1999) Systematic review and meta-analysis of randomized controlled trials of cognitive behaviour therapy and behaviour therapy for chronic pain in adults, excluding headache. Pain. 1999 Mar;80(1-2):1-13.
Webster R. (1995). "Why Freud was wrong ?", Basic Books, Harper Collins, NY NY.ISBN 0-465-09128-8
[3] 10 Kasım 2006 tarihindeWayback Machine sitesindearşivlendi. Skeptic sözlüğün psikanaliz için verdiği sonuçlar
[4] 15 Ekim 2006 tarihindeWayback Machine sitesindearşivlendi. Skeptic sözlüğün bastırılmış hafıza (repressed memory) için verdiği sonuçlar