Kehribar süs eşyası yapımında kullanılan açık sarıdan kızıla kadar çeşitli renklerde, yarı saydam, kolay kırılabilen ve ağaç reçinesifosilidir. Kehribara yapışan fosilleşmişböcek,yaprak veçiçek kalıntıları diğer taşlarda görülmeyen önemli özelliklerdendir. Bu kalıntıların incelenmesi eski devirler hakkında aydınlatıcı bilgilerin edinilmesine yardımcı olmaktadır.Farklı tonlarda işlenmemiş amberler.Amber içinde kalarak fosilleşmiş,Sciaridae familyasından birsinek.Reshetniak'ın,Kaliningrad'danRiga'ya getirilen eşsiz kehribar koleksiyonunu sunan "Baltık Altını" sergisinde görülen "Konigsberg" kutusu, 1999
Toplumlarda bazı süseşya yapımında kullanılan açık sarıdan kızıla kadar çeşitli renklerde yarısaydam, kolay kırılabilen ve bir yere gömüldüğü zaman ufak cisimleri kendine çekme özelliği kazanan bir fosildir.Baltık Denizi'nden (Rusya,Polonya) çıkarılan kehribar, yüzyıllardan beri kadınların süs eşyalarından en gözde sayılan taşlardan biri olarak benimsenmiştir. Parlaklık verenk açısından onu hiçbirsaydamtaş ile kıyaslamak mümkün değildir. Kehribara yapışan fosilleşmiş böcekler, yabani bitkilerin fazla oluşu, diğer taşlarda görülmeyen önemli özelliklerdendir.
Avrupa'da kehribar yatakları en çokRusya,Ukrayna,Romanya,İsveç,İngiltere,Hollanda veSicilya'da görülmektedir. Kehribar ortalama 25 ile 40m arasında değişen bir derinlikte ve eski devirlerde meydana gelendenizaltı çökeltilerinin iki tabakası arasında damarlar şeklinde bulunmaktadır. Bunamavitoprak denilmektedir. Bu kehribarın ikinci vatanıdır. Birinci vatanı ise bugünküİskandinav ve PolonyaBaltık Denizi'nin büyük bir kısmını içine alan sahalardır. Buralarda bir zamanlar büyük ormanların bulunduğu tahmin edilmektedir. Kıtalar arasındaki büyük değişikliklerin sonucunda bu bölgeler sular altında kalmış ve uzun seneler sonucu toplanançam sakızı kütlelerideniz suyuyla sürüklenip gitmişti. Bunlar üzerinekum veçakıl taşlarının kaplanması ilemavitoprak olarak bilinen tabaka oluşmuştur. Yapılan tetkikler sonucunda bilim insanları bu yönde karar vermişlerdir.
Çok beğenilen bu süs eşyası yanında, kullanılan taşın içindekiböcek,yaprak veçiçek kalıntıları hiçbir zaman bozulmayacak şekilde mumyalanmıştır. Bunlar eski devirler hakkında aydınlatıcı bilgilerin edinilmesine yardımcı olmaktadır. Kehribarda deterpenikreçine asitleri, rezenler ve biraz uçucuyağ bulunur.
Kehribardan çeşitlikadın eşyaları yanında,tespih ve ağızlık da yapılmaktadır. Eskiden uyarıcı ve antispazmodik olarak da kullanılırdı. Bugün ilaç olarak da kullanılmaktadır.Türkiye'de kehribar genellikle gösterişlitespih yapımında kullanılmaktadır.
Kehribarın tüm özellikleri, yaşına, gömülme şartlarına ve reçine salgılayan ağacın türüne bağlı olarak değişiklik göstermektedir.
Kehribar amorf (şekilsiz) olup,saydam, yarı saydam veya opak olabilir. Sedimentler içinde genellikle düzensiz topak, nodül (yumru), sarkıt veya damlacık şeklinde bulunur. Kehribar birmineral olmadığından sabit birkimyasal formülü yoktur. Ancak C10 I H16 I O4 şeklinde bir kompozisyon verilebilir. Yapısındaki ana elementler olan C %67-87, H %8,5-11, O %15, S %0-0,46 oranlarında olabilir. Özgül ağırlığı 1,05-1,30 g/cm3'tür. Tamamen saydam Kehribarın özgül ağırlığı 1,1 g/cm3'tür. Beyaz renklisinin özgül ağırlığı 0,90-0,96 gr/cm3'tür ki özgül ağırlığı 1 olan saf suda yüzebilir. Kehribar %10 oranındatuz bulunduran suda yüzecek kadar hafiftir.[1]
Sertliği Mohs sertlik cetveline göre 2,5-3 değerindedir. Kehribarın sertliği, özgül ağırlığı ve kimyasal formülü bulunduğu jeolojik koşullara bağlı olarak bölgeden bölgeye küçük farklılıklar gösterebilir. SertlikBaltık bölgesinde 2-2,5, Dominik'te 1-2 olup Burma (Myanmar)'da 3 civarındadır. Yapısında sıkça bulunabilen succinic asidin formülü ise COOH(H2)2COOH15 şeklindedir.
Turuncu, sarı, kırmızı, kahverengi, konyak rengi, bal rengi, altın rengi, kemik rengi, siyah, renksiz, mavi ve yeşil renklerde bulunabilir. Kehribarın 256 farklı renk tonu katalog haline getirilmiştir.[2]
Kehribar hafifçe ısıtılırsa reçine kokusu duyulur, 150 °C'ye kadar ısıtılırsa yumuşar, 375 °C civarında ise parlak, dumanlı bir alevle, hoş bir çam reçinesi kokusu çıkararak yanar. Milattan önce 600'lü yıllarda Miletli Thales kehribarın yünlükumaş,post gibi yüzeylere sürtüldüğünde kıvılcım çıkarttığını görmüş, sonra onun saç teli, saman, odun kıymığı gibi hafif maddeleri kendine çektiğini gözlemiştir. Bu özellik 2000 yıl gizemini korumuş ancak 1600'lerde Dr. William Gilbert kehribarın manyetik özelliğini araştırmış ve eski Yunan'da kehribarın ismi olanElektrondan esinlenerek elektrik sözcüğünü ilk kullanan bilim insanı olmuştur.[3]
Eskidentıpta şöhrete ve epeyce kullanım alanına sahip olanamber bugün bu amaçla kullanılmaz. Geçmişte saflaştırılmış amber yağı isteri veboğmacada kullanılmıştır. Aynı zamanda ilkçağdan bu yana güzel koku imalatında da kullanılmıştır. Amber,Anadolu'da da yaygın olarak kullanılmaktadır. Amber mürekkep imalatında da kullanılmaktadır. Kehribar olarak da bilinmekte ve takı yapımında sıklıkla kullanılmaktadır.
Antik Romada çeşitli hastalıklara karşı (akıl hastalıkları) koruyucu olarak kullanılmıştır. Kehribar tozu ile bal karışımının boğaz, kulak ve göz rahatsızlıkları için, suyla içilen kehribar tozunun ise mide hastalıklarına iyi geldiği düşünülmekteydi. Fars bilim insanıİbni Sina, kehribarı birçok hastalığa ilaç olarak niteliyordu. Doğu ülkelerindeki inanışa göre, kehribar dumanı ruhu güçlendiriyor ve cesaret veriyordu.[kaynak belirtilmeli]
Çin'de, succinic asit ve haşhaşdan yapılan şurup sakinleştirici ve ağrı kesici olarak kullanılıyordu.Orta Çağ'da, sarılığın iyileştirilmesi için kehribar taneleri taşınırdı. Vücut zayıflığına ve cildin sağlıksız rengine bu sarı taşın sihirli güçlerinin engel olacağına inanılıyordu. Doğumu çabuklaştırdığı, yılan ısırmalarına, diş ağrısına,romatizmaya çare olduğu düşünülüyordu. Oleum Succini (Kehribar yağı), balsamum succini (Kehribar balzamı), extractum succini (Kehribar ekstresi) o dönemlerde reçetelerde sık sık kullanılmıştır.Prusyalılardaböbrek taşı rahatsızlıkları için kehribar reçetelerini kullanmışlardır.[kaynak belirtilmeli]
Litvanya'da ölen kişinin ardından kehribar tütsü yakılarak, şeytani ruhların bedenden uzaklaşmasına ve iyi ruhların çağrılmasına çalışılırdı. Yeni doğan bebeklerin ise tütsülenerek hızlı büyüyüp yetişmesine, yeni evlilerin ise mutlu yaşayıp, savaşa giden erkeklerin zaferle dönmelerinin sağlanmasına çalışılırdı.I. Dünya Savaşı'na kadar kehribar hala bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktaydı.Votka ve kehribar parçalarından yapılan karışımın erkeklerde cinsel gücü arttırdığına inanılıyordu.II. Dünya Savaşı'na kadar, özellikleAlmanya'da kehribar tesbihler bebeklerin üzerine konularak, dişlerinin acısız ve güçlü çıkması sağlanmaya çalışılırdı. Bugün Litvanya'da hala birçok kadın, parlatılmamış kehribardan yapılmış kolyelerle guatrdan korunmaya çalışırlar.[4][daha iyi kaynak gerekli]
Kehribar, kimyasal ve yapısal bakımdan 5 sınıfa ayrılır.[5] Ayrıca kehribar taşlarının üretim bakımında da ayrı bir sınıflandırması vardır.
Birinci sınıf kehribar, içeriğindeki asitler bakımından 3 alt sınıfa ayrılır; la, lb, lc.
La : Bu alt sınıf 1. sınıf Kehribar Succinite yani Normal kabul edilen Baltık Kehribar'ı da içerisine alır. Communic Asit tabanlı olan bu sınıf bol miktarda Succunic Asit içerir. Geleneksel tıpta bu asitten bol bulundurduğu için tercih edilmiş olan sınıftır. Ayrıca Avrupa kültüründe ağrı kesici ve huzur verici etkisi için genellikle diş çıkaran bebeklere kehribar kolye takılmasının sebebi de bu sınıf kehribarın içerdiği succinic asittir. Zaten Baltık Kehribar - Damla Kehribar denilen bu kehribarın gerçek ismi olan Succinite de bu asitten alır ismini.
Lb : Bu alt sınıf 1. sınıf kehribar da communic asit tabanlı bir kehribar olmakla beraber, içeriğinde succunic asit bulunmaz. Bu sebepten bu kehribar görüntü olarak gözlerinize hitap etmekle birlikte tıp açısından veya ağrı kesici özellikli kehribar kolye - kehribar diş kolyesi yapımında etkisiz, dolayısıyla daha düşük değerlidir.
Lc : Bu alt sınıf 1. sınıf kehribar içeriğinde ozonic asit ve zanzibaric asit denilen asit çeşitlerinden bulundurur. En tanınan temsilcisi Dominik Kehribarıdır. Görünüş olarak göz alıcı, transpara ve bol fosillidir. İçerisinde pek çok böcek fosili gördüğümüz kehribarlar genellikle bu gruba mahsustur. Succunic asit içermemesinden dolayı tıbbi ve avrupa geleneksel takı imalatı açısından düşük değerlidir.