Kahvehane veyakıraathane;kahve veçay yanı sıra çeşitlimeşrubatların venargile gibi tütün ürünlerinin servis yapıldığı, masa oyunlarının oynandığı, sohbet edilen ve yine birçok farklı aktivitenin yapıldığı mekân.
Kafeteryalardan vebarlardan farklı olarak genellikle yemek servisi yapılmaz ve alkollü içeceklere ağırlıklı olarak yer verilmez. Özellikle Müslüman toplumlarda[1] kahvehaneler oldukça yaygındır.16. yüzyıldan beri, kahvehaneOrta Doğu ülkelerinde erkeklerin toplandığı kahve gibi içecekler tükettiği, sohbet ettiği, kitap okuduğu ve çeşitli masa oyunları oynadığı yerlerin başında gelir.
Kahvehaneler, edebi, siyasi ve sanat ile ilgili bazı oluşumların doğuşuna da zemin hazırlayan; toplumsal sorunların tartışıldığı kültür mekânları olarak da işlev görmüşler ve bu nedenle "kıraathane" olarak da isimlendirilmişlerdir.[2]
Kahve sözcüğü TürkçeyeArapça: قهوةḳahwa(t) sözcüğünden geçmiştir[3] ve aslenEtiyopya'dakiKaffa bölgesinden geldiği düşünülür.[4] Hane (ev) sözcüğü ise Farsça kökenlidir.
Osmanlı tarihçisiİbrahim Peçevî'nin notlarından anlaşıldığına göreİstanbul'da ilkkâvehane'nin açılmasının ardından[5] sözcük pek çok dilde şekil değiştirerek kullanılmıştır:Fransızca,Portekizce:café,İspanyolca:cafetería ya dacafé;İtalyanca:caffè,Almanca:café vb.
Habeşistan'daki yüksek yaylalarda yetiştirilen ve yiyecek olarak tüketilen, Orta Çağ sonlarında ise gezici dervişler tarafından Habeşistan'danYemen'e götürülüp orada içecek haline getirilen kahvenin[6] Osmanlı'ya gelmeye başladığı tarih 16. yüzyıldır.[7] Kahve başlangıçta tüccarlar tarafındanİstanbul,Bursa,Edirne'ye getirilmiş ve üst tabakalar tarafından tüketilmiştir. Osmanlıların, 1517'deMısır'ı fethinden sonra kahve ticareti arttı ve kahve içme alışkanlığı alt tabakaya indi.[6]
On altıncı yüzyılın ikinci yarısındaHalep'ten Hakem ileŞam'dan Şems adında iki kişinin İstanbul'unTahtakale semtinde birer kahvehane açmalarıyla başladığı söylenen süreç günden güne gelişmiş;[8] kahvehaneler imparatorluğun diğer yerlerine başka ülkelere yayılmıştır. 17. yüzyılda, kahvehane Osmanlı Devleti sınırlarının dışında,Avrupa'da görülmeye başlandı ve kısa zamanda popüler oldu.
Kahvehanelerin yaygınlaşmasıyla kahve içmek ve yarenlik etmek amacıyla buralarda toplanan muhtelif zümrelerden ve değişik kültür seviyelerinden insanlar, çok hızlı gelişen bir kültürel birikim ortamı, sosyalleşme mekânı, siyasi iktidar karşısında seslerini duyurabildikleri bir kamusal alan meydana getirdiler.
Osmanlı ülkesinde ilk kahvehaneler camilerin yanında açılmış, sosyal işlevleri olan imaret kahveleri idi. Namaz vakitleri arasındaki boşluğu insanlar kahvehanelerde doldurmuş, küçük kulübeler biçiminde olan bu yerlerde çay içip sohbet etmişlerdir.[2]
İstanbul'da ilk kahvehaneler ise 1555 yılında İstanbul'a Halep ve Şam'dan gelen kişilerce, Tahtakale'de açılmıştır. Burada özellikle okur yazar kesimden insanlar toplanıp kitap okur, satranç veya tavla oynarlardı. Davetler vererek arkadaş toplantıları düzenlemek pahalıyken, kahvelerde bir araya gelmek daha uygun bir seçenek haline gelmiş, haliyle kimi zaman kahvelerde oturacak boş yer dahi bulunamamıştır. Kahvelerin sayısı hızla artmıştır. 1630 yılında İstanbul'u adım adım dolaşan Evliya Çelebi şehirde 55 kahve olduğunu sayarken; II. Selim, III. Murat döneminde İstanbul'da 600'ü aşkın kahvehane vardır.[9]
Osmanlı geleneksel toplum kültürünü şekillendirensaray,medrese vecami dışında, "sivil" bir anlayışla ortaya çıkan kahvehane, 16. ve 17. yüzyılların İstanbul'unda, pek sık rastlanmayan bir tepkiyle karşılaştı. Ulema tarafından ‘Miskinlerin buluşma mekânı ve fitne yuvası’ olarak görülen kahvehanelere "şarapsız meyhaneler", "tanrısız tapınaklar" gibi isimler yakıştırıldı.[8]
Osmanlı'da kahveyle ilgili ilk yasakKanuni Sultan Süleyman devrinde ŞeyhülislamEbussuud Efendi tarafından getirildi.Kömür derecesinde kavrulan maddelerin tüketilmesinin İslamiyet'e aykırı olduğu gerekçesiyle kahve haram sayılmış, verilen fetva üzerine İstanbul'a kahve getiren gemiler, dipleri delinerek batırılmıştı.[8]II. Selim devrinde, 1567 yılında başta Suriçi İstanbul olmak üzere İstanbul'daki bütün kahvehaneler kapatıldı.III. Murad veI. Ahmed dönemlerinde de kısa süreli ve etkisiz yasaklar uygulandı.
17. yüzyıldaIV. Murat, kahvehaneleri top yekûn kapatmaya yönelik şiddetli ve kapsamlı girişimlerde bulundu. 1633 Cibali Yangını bahanesine bağlanan bu yasağın arka planında yönetim aleyhtarı düşünce ve hareketlerin çoğunlukla kahvehanelerde şekilleniyor olması vardı.[8] SadeceEyüpsultan ve çevresinde 120 kahvehane kapatıldı. 16. yüzyılın ikinci yarısında ve 17. yüzyılın ilk yarısında ‘tehlikeli yerler’ olarak görülen kahvehaneler ‘külliyen’ kapatılırken 17. yüzyılın ortalarından itibaren otorite, ‘tehlikeyi’ önlemek için toptan kapatmak ve yıkmak yerine, benzerlerine ‘ibret olsun’ babında tek tek bazı kahvehaneleri kapatarak bir tür yıldırma siyaseti takip etti.
Yasaklamalara rağmen İstanbul'daki kahvehanelerin sayısı artmaya devam etmiştir.Kanuni Sultan Süleyman'ın hükümdarlığının son dönemlerinde İstanbul'da 50 kahvehane bulunduğu belirtilirken, bu sayı, 16. yüzyılın sonunda altı yüze ulaştı. Esnaf, ulema, azınlıklar veyeniçeriler gibi toplumun farklı zümrelerinin devan ettiği farklı kahvehane türleri doğdu.[6]
Osmanlı Devleti'ndeYeniçeri Ocağı'nın düzeninin bozulmasından sonra yeniçeri kahvehaneleri yeniçerilerin sığındıkları, türlü yolsuzlukları planladıkları yuvalar haline geldi. Zorba olarak bilinen bazı yeniçeri üyeleriçeteler kurmuşlardı. Bağlı bulunduklarıortalardan üyeler toplayan zorbalar, kahvehaneler satın alarak çetelerinin "mafya mekanı" olarak kullandılar. İşlerini buradan yönettiler. Bu zorbalardan bazıları lüks kahvehaneler kurmakla nam salmıştı. Bu zenginliğin kaynağı kanun dışı yollarla topladıkları paralardı.[10] Dönemin kahvehane sahibi ünlü zorbalarından: Kahvecioğlu Burunsuz Mustafa Kuledibi Kahvehanesi'ne, Darıcalı İbrahim Çavuş Hendek Kahvehanesi'ne, Galatalı Hüseyin Ağa Çardak İskelesi Kahvehanesi'ne, Tiflisli Ali Toygar Tepesi Kahvehanesi'ne sahipti.[11] Yeniçeri kahveleri saz ve sözle,afyon ve esrarla eğlenilen mekanlar idi.II. Mahmud, 1826 yılında Yeniçeri Ocağını kapattıktan sonra kahvehanelere de el atarak özellikle Boğaziçi kıyılarındaki Yeniçeri kahvelerini toptan yerle bir etti.[7] Yıkılmayanlar, yerini berber dükkanlarına bıraktı ya da "bekar odaları" olarak kullanıldı.[7] Daha sonra tulumbacıların işlettikleri ve devam ettikleri, "Semai Kahvehaneleri" denilen çalgılı kahvehaneler ortaya çıktı.[7] Bu kahvelerde yeniçeri kahvelerinin mirasını mahalle raconuyla kaynaştıran kabadayılar devam etmekteydi.[6]
Kahvehane saysı 19. yüzyılın başlarında ikibinbeşyüzlere kadar çıktı. Hem sayı olarak, hem de itibar olarak gittikçe önemi artan kahvehaneler,Sultan Abdülaziz ve SultanII. Abdülhamid devirlerinde altın çağlarını yaşadı. Basın başta olmak üzere pek çok yasakuygulamada iken kahvehaneler bundan ayrı tutuldu.[8] 19. yüzyılın ikinci yarısında kahvehanelerin kimisi edebiyatçıların, aydınların toplantı yeri haline geldi. Kültürün üretildiği ve tüketildiği bu mekanlar birçok değişikliklere uğrayarak hayatiyetini devam ettirdi.
20. yüzyılın ilk yirmi yılında kahvehaneler toplumun hemen her kesiminin uğradığı yerler haline geldi. Bunların arasında esrarcıların toplanıp esrar içtikleri "esrar kahveleri" ile horoz dövüşlerinin yaptırıldığı "horozcu kavheleri" de vardır.[7] Zamanla okur yazar insanların elini ayağını çekmesiyle her türlü içkinin ve afyonun içile-bildiği, kavga ve dövüş mekânları olarak anımsanan kahvehaneler, Türk aydınların yazılarında zararlı kurumlar olarak gösterildi.[2] Bununla birlikteI. Dünya Savaşı'ndan sonra ülkenin işgal edildiği yıllarda birçok mahalle kahvehanesi ülkenin durumunun tartışılıp, kötü gidişattannasıl kurtulabileceği konusunda fikirlerin üretildiği birere mekan olma özelliği gösterdi.[2]Türk Kurtuluş Savaşı'ndan sonra gerçekleştirilen inkılâpların halka inmesinde, halk arasında yayılmasında kahvehanelerin önemli bir rolü oldu. Kimi yazarlara göre bu dönemde kahvehaneler önemli bir propaganda ve telkin vasıtası haline geldi.[2]
![]() | Vikisözlük'te tanımlar |
![]() | Vikiversite'de eğitim kaynakları |