Fenomenoloji'nin mucidi olarak görülen Edmund Husserl-1910
Fenomenoloji veyagörüngü bilimi (Osmanlı Türkçesindezahiriye), kurucusuEdmund Husserl olan bir felsefe akımı.20. yüzyılın ilk çeyreğinde görülen bilimlerdeki ve düşüncedeki genel bunalım içinde doğup gelişen bir felsefe akımıdır. Husserlci fenomenoloji, bu bağlamda,Metafiziği sona erdirereksomut yaşantıya dönmek ve böylece tıkanmış olan felsefeye yeni bir başlangıç yapmak iddiasıyla ortaya çıkmıştır.
Bir felsefe akımı olmaktan çok bir yöntem olarak tarif edilmesi yaygındır.[kime göre?] Çünkü fenomenoloji, her şeyden önce,fenomeni, yani dolaysız olarak verilmiş olanı betimlemeye dayanan biryöntemdir. Bunu nasıl yaptığı ya da yapıp yapamadığı, yani yöntemin iddiasını geçerli kılmak bakımından teorik düzlemdeki statüsü tartışılırdır. Öte yandan, fenomenoloji, bu yöntem üzerinden kavramlar ve kategoriler geliştirerek özgün bir felsefe akımı da meydana getirir. Fenomenolojik yöntemin ilk önemli ismiAlfred Schütz 'dur.
Fenomenoloji, 20. yüzyıl felsefesinde ve kuramsal tartışmalarında etkili ve belirleyici bir yere sahiptir.Heidegger'denSartre'a,Frankfurt Okulu'ndanFoucault'a ve postmodern düşünürlere kadar pek çok düşünür ve felsefe eğilimde etkisi görülür.[kaynak belirtilmeli]
Fenomenoloji, genel felsefe akımlarında olduğu gibiözne-nesne ilişkisini konu edinir. Nesneyi, en genel anlamda öznenin dış dünya ile kurduğu ilişkilerinde algıladığı, deneyimlediği "şey"ler olarak görmesiylepozitivizm veampirizm ile aynı noktada dursa da, temelde fenomenoloji bu iki felsefe akımına karşı çıkar. Bu karşı çıkış en başta, tek tek nesnelerin ele alınması konusunda ortaya çıkar. Tek tek nesneler, fenomenolojiye göre, belirli genel yasalara bağlı şeyler değil, varlıkları yalnızrastlantı kavramıyla açıklanabilir olan şeylerdir. Ayrıca, dolaysız olarak verilmiş olanı betimlemeye dayalı bir yöntem olmasıyla ilkin doğabilimini dışta bırakır ve böylece her iki teorik eğilimi yadsır.
Fenomenoloji, yaygın olarak kullanılan deyişle, "öz"lerin araştırılması konusudur. Çünkü, bütün sorunlar sonunda özlerin betimlenmesi sorununa geri götürülebilir. Ancak, bu noktada ayrımı belirginleştirmek gerekir; fenomenoloji, "öz"lerin bilimi değil,"öz"ü görüleyen "bilinç"in bilimidir aslında. Algının ya da bilincin "öz"ünün betimlenmesi sorunu, fenomenolojinin konusudur.
Fenomenolojik bakışa göre,gerçekliğin kendiliği diye bir şey olamaz. Çünkü gerçeklik, her zaman kendine yönelmiş birbilinç tarafından bilinen birgerçekliktir. Yani kendisine yönelen bilinç tarafından görülen, algılanan ve bilincine varılan bir şeydir. Öyle ise,dünya deneyimlerimizin tamamı, bilinç tarafından kurulmuştur, en somut algılardan en soyut matematik formüllerine kadar. Bu nedenle fenomenoloji, bilincin sistematik incelemesini hedefler. Hareket noktası olarak belli birepistemolojiye dayanma düşüncesinden uzak durur.
Böylece "fenomenolojik yöntem" ortaya çıkar. Buna göre, hem bildiklerimiz hem de gerçeklik dışta bırakılarak, bilginin nasıl ve hangi süreçlerde oluştuğu/oluşturulduğu anlaşılmaya çalışılır. Fenomenoloji bu noktada özgün yöntemsel kategoriler geliştirir. Bu yöntemin iki temel kategorisi vardır:Askıya alma vefenomenolojik indirgeme.
Bunlar, kısaca belirtilecek olursa, bir yandan verilmiş ögelerin, yani dış görünümlerin rastlantısallığının paranteze alınarak dışta bırakılmasını ve öte yandan da, bilimsel ya da mantıksal olsun, çıkarsama yoluyla türetilmiş olan her tür yargıların ve çıkarsamaların dışta bırakılmasını ifade ederler.
Böylece, ikili bir işlemle hem özne hem de nesne askıya alınmış ve hem rastlantısal olgular dünyasından hem de bilinci yönlendiren öznel yargılardan kurtulunmuş olunur ki sonuçtarastlantısal dış görünümleri bir yana bırakılarak dünyanınözü ortaya konulabilsin.Salt öze ancak bu şekilde varılabilecektir.