Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah Arapça: لا اله الا الله محمد رسول الله Türkçe: Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah'ın elçisidir. (Kelime-i tevhid)
Allah'ınresulü ve sonpeygamber olduğuna inanılanMuhammed tarafından 610 yılında,Arabistan'ınMekke şehrinde kurulmuş ve yayılmıştır.[not 1] Takipçilerine, "iman etmiş" veya "inanan" anlamlarına gelenmümin[6] veya "Allah'a teslimiyet gösteren" anlamına gelenMüslüman[7][8] denir. Günümüzde İslam, 2 milyarı aşkın takipçi sayısıyla yeryüzününHristiyanlıktan sonraki en kalabalık dinidir.[9]
İslam inancına göre İslam'ın kutsal kitabı olanKur'an'ı oluşturanayetler vesureler,Cebrâil adlımelek aracılığıyla, ilki 610 yılında olmak üzere sözlü olarakMuhammed'evahyedilmiştir. İslam'ın temelinde, "tekilah olarakAllah'a, O'nun eşi ve benzerinin olmadığına inanmak" anlamına gelentevhit inancı yatmaktadır. İslam'ın ana kaynağı olanKur'an'ın dışındaMuhammed'inhayatı, davranış tarzı (sünnet) ve sözleri (hadis) de çoğu Müslüman için bağlayıcı bir öneme sahiptir.
Müslümanlar, İslam'ınÂdem,İbrahim,Musa veİsa gibipeygamberler aracılığıyla daha önce de birçok kez vahyedilmiş olan eksiksiz ve evrensel bir din olduğuna inanırlar.[9][10] Müslümanlar, diliArapça olanKur'an'ı Allah'ın değiştirilmemiş son vahyi olarak kabul ederler.[11] Diğerİbrahimî dinlerde olduğu gibi, İslam'da da doğrularıncennette ödüllendirileceği ve haksızlarıncehennemde cezalandırılacağı inancı vardır.[12]Namaz,oruç ve maddi duruma görezekat vehac, İslam dininin başlıcaibadetleri arasında yer alır. İslam, Tanrı'nın (Allah) bir ve tek olduğunu, her şeye gücünün yettiğini, merhametli olduğunu, doğmayıp doğurmadığını[not 3] ve eşi ile benzerinin olmadığını öğretir.[13][14][15]Mekke,Medine veKudüs şehirleri, İslam'ın en kutsal mekanlarına ev sahipliği yapmaktadır.[16]
Dünya nüfusunun yaklaşık %25'ini (yani dörtte birini) kapsayan İslam dini,[23] en büyük dinlerden biri olarak varlığını sürdürüyor. Müslümanların %80-90'ıSünni, %10-20'si deŞii'dir.[20] Yaklaşık 50 ülkenin nüfusunun çoğunluğu Müslüman'dır. Müslümanların çoğunluk nüfusta bulunduğu ülkelerin bir kısmı dine dayalışeriat yönetimlerini benimsemekte, bir kısmı şeriatı belirli alanlarda uygulamakta, bir kısmı şeriatı esas almayıp İslam'ı sadeceresmî devlet dini kabul etmekte, geriye kalan diğer ülkeler ise şeriatı devre dışı bırakanlaik sistemlerle yönetilmektedir.Endonezya, en büyük Müslüman nüfusa sahip ülkedir; Müslümanların yaklaşık %13'ü (231 milyon) orada yaşamaktadır.[23] Onu sıraylaPakistan,Hindistan veBangladeş izlemektedir.[20]Hindistan, sayısal açıdan dünyanın en büyük Müslüman azınlık nüfusunun (195 milyon) yaşadığı ülkedir. Genel olarak Müslümanların yarısından fazlasıAsya'da, %25'iOrta Doğu veKuzey Afrika'da yaşar; ama dünyanın neredeyse her ülkesinde Müslüman topluluklar vardır.[20][24]
İslam,Arapçada "س ل م (sin, lam, mim)"kökünden oluşup bu kökten türeyen "teslimiyet" anlamına gelmektedir.[4][25] Sonuç olarak İslam, "teslimiyet"[4] anlamına gelirken,Müslüman da "teslim olan" anlamına gelir. Burada teslim olunan, tek Tanrı olduğu kabul edilenAllah'tır.[25][26] Sözlükte "kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak, barış yapmak" anlamlarındakiselm kökünden türemiştir.İbn Kuteybe, kelimeyi "boyun eğmek ve itaat etmek" anlamında açıklar. Sonraki kaynaklarda genellikle bu açıklamalar tekrar edilmiş ve "sulh, selâmet, boyun eğmek, tâbî ve teslim olmak" manaları öne çıkarılmıştır.[27]
''Müslüman'' kelimesi,Arapçamüslim kelimesineFarsça çoğul eki takılarak elde edilmiş bir kelimedir.[28] AncakTürkçede tekil gibi kullanılır ve çoğul içinMüslümanlar denir.
Sünnilikte inanç esasları,amentü (İmanın Şartları) olarak adlandırılır. Klasikkelâm mezhepleri, imanın şartlarından birini kabul etmeyen kişiyikâfir veyamürted olarak sayarlar.Kur'an'dan alınarak özetlenen iman esasları şunlardan oluşur:[29][30]
İslam'daki iman esaslarının birincisi ve temeliAllah'a, onun varlığına, yaratıcı olarak ibadet edilmeyi hak eden tekTanrı olduğuna, onun dışında tapınılan her şeyinbatıl olduğuna inanmak, yanitevhiddir. İslam'a göre içerisindeki her şeyle birlikteevrenin yaratıcısı, doğma ve doğurma sıfatlarından münezzeh ve tek Tanrı olan Allah'tır. Onun varlığı ezeli ve ebedidir. Her şeye gücü yeter.
''Allah'' kelimesi, İslam öncesi dönemde çok tanrılı inanca sahip olanArap toplumundaTanrı anlamına gelen bir sıfat veya baş Tanrı kabul edilenHubal için kullanılan bir isimdi.[31]El-Lât,El-Uzzâ veEl-Menât gibiputlar, baş Tanrı olanHubal'in şefaatçileri ve kızları olarak inanılırdı.[32] İslam ile birlikte, Arap toplumundaki çok tanrılı inanç tek bir Tanrıya indirgenmiş ve ilahların sembolü olanputlar kaldırılmıştır.İslam toplumundaAllah ismi, Tanrı'nın özel adı olarak kullanılmakla birlikte, Allah için kullanılan birçok başka isimler de vardır. Bu isimlerden derlenen 99 tanesi özel bir şekilde ele alınır ve birçoğuKur'an'da Allah için kullanılan ifadelerden köken alan bu isimlere topluca "güzel isimler" anlamına gelenEsma'ül Hüsna denir.[33]
İslam'ın yayılışı
Şii nüfusa sahip bölgeler
Sünni çoğunluğa sahip ülkeler
Sünni çoğunluğa sahip bölgeler
Eskiden Müslümanların elinde olan topraklar
Katolik çoğunluğa sahip ülkeler
Ortodoks çoğunluğa sahip ülkeler
Protestan çoğunluğa sahip ülkeler
Diğer dinler
Ateist çoğunluğa sahip ülkeler
İsa'nın Dağdaki Vaazı.[34] İslam'da İsa,Oğul Tanrı değildir.[35] Ancak bir bakirenin ölüleri bile diriltebilen mucize çocuğudur.[36]Şeytan taşlama, 1942.İbrahim'in eşiHacer'inİsmail için su ararken karşısına çıkan şeytanı taşlamasını temsil edenhac görevlerinden biri.
Öte yandan Allah'ın birliğini ifade edentevhid öğretisi, İslam'daki en büyük günahın, yani tevhidin ihlali olan bağışlanamazşirk koşma günahının temelini de oluşturur. Allah'a ortak koşmak, ya birden çok Tanrı'ya inanmaya ya da Allah'ın tam olarak kusursuz olmadığına ve bir ortağa ihtiyaç duyduğuna inanmaya işaret eder.[37]
İslam, Allah'ın insan idrakının ötesinde olduğunu öğretir. Bu durum, Müslümanların Allah'ı düşünmelerine; kim olduğu, ne olduğu ve nasıl olduğu konularına kafa yormalarına herhangi bir engel teşkil etmez; ama asla Allah'ın niteliklerini ya da işlerini anlama beklentisiyle bunu yapmamalılar. Çünkü İslam'a göre insanaklı vebilinci sınırlı olduğu için, Allah'ı idrak etmeleri de mümkün değildir.[38]
Kelam, İslam inanç felsefesini oluşturan bilim dalının adıdır. Tanrı benzetmesi hakkındaantropomorfik bir dil kullanılıp kullanılamayacağı konusundaYahudi,Hristiyan ve İslam düşünce tarihinde oldukça yoğun tartışmalar olmuştur. Kutsal kitaplarda Tanrı'yı hem teşbih eden hem de tenzih denilen olumsuzlama örneklerine rastlanmaktadır. Üçİbrahimi dinin de bu konuya yaklaşımını incelediğimizde, hemKur’an’ın hem deKitab-ı Mukaddes’in olumsuz nitelemeler yanında olumlu nitelemeleri çok daha fazla kullanıldığı görülecektir; yani vahiyde tenzihten çok teşbih vardır.[39]
Allah inancı ve diğer inanç sorunları üzerinde kelamcılar ve imamlar tarafından yürütülen tartışmalar sonucunda birçok kelam ekol vemezheplerinin ortaya çıktığı görülür:[40]
İslam inancındamelekler, Allah'ın kendine ibadet ve emirlerini yerine getirsinler diyenurdan yarattığı üstün, ruhanî varlıklardır.[43]Fatır Suresi'ne göre melekler iki, üç veya dört kanatlı elçilerdir.
İslam kültüründe melekler dışında, iyi ve kötülerinin bulunduğuna ve değişik kılıklara girebildiklerine inanılancinler bulunur.Kur'an'ın 72. suresiCin Suresi'dir ve birçok Kur'an ayetinde de onlardan bahsedilir. Buna göre cinler, tıpkı insanlar gibi akıl sahibidirler, iyi (müslüman) ve kötü karakterli olanları vardır, yerler, içerler ve çoğalırlar. Cinci ekoller veMitolojik anlatımlarda onlar insanlarla ilişkiye girer.
Şeytanlar veİblis değişik ayetlerde geçer. Müslümanlar, Kur'an okumaya başlarken EuzüBesmele çekerek[44] kovulmuş ve lanetlişeytanın şerrinden Allah'a sığınırlar. İnanca göre AllahAdem'i topraktan yarattığındaİblis, diğer meleklerin ve cinlerin aksine Adem'esecde etmemiş; onun topraktan ve kendinin de ateşten yaratıldığını[not 4] ve dolayısıyla da kendini daha üstün gördüğünü dile getirdiği için Allah tarafından lanetlenmiş ve kovulmuştur.[45][kaynak güvenilir mi?] O günden sonra da İblis,kıyamet gününe değin Adem'in soyundan gelen insanları kötülüğe teşvik edeceğine dair yemin etmiştir. Bu olay, Kur'an'ın belli başlı ayetlerinde de geçmektedir.
İslam'da, diğerSemavi dinlerin de zaman zamanİslam olarak adlandırıldığı, yoldan çıkan ve sapıtan insanları Allah'a çağırmak için bazılarının adı Kur'an'da anılmış olanpeygamberler gönderildiğine inanılır.Hristiyanlık veMusevilikte aziz, din büyüğü, ata ya da siyasi şahsiyetler olarak kabul edilen bazılarından da peygamber olarak bahsedilir[48] ve onlara dairkıssalar büyük benzerlikler gösterir.[49]
İslam'a göre insanın vepeygamberlerin tarihi, ilk insan ve peygamber sayılanÂdem ile başlar.[not 6] Son peygamber iseMuhammed'dir. Kökü ise, inancı açıklamaya gönderilen peygamberler silsilesinin ilk peygamberiİbrahim'e dayanır.Musa veİsa gibi birçok peygamberin de içinde olduğu bir silsiledir bu. Kur'an'da ise peygamberlerin sayısına dair kesinlik addeden bir ifade bulunmaz ve yalnızca 25 peygamber, ismen anılır.[50]
“
And olsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var. Hiçbir peygamber, Allah'ın izni olmadan bir mucize getiremez. Allah'ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu batıl sayanlar hüsrana uğrarlar. (Mümin Suresi: 78)
„
Hadislerde ise peygamberlerin sayılarıyla ilgili çokluk ifade eden rakamlar verilir.[49] Bu sayılar, genellikle 124.000 olarak verilir.
Kur'an'da 136 kere adı anılanMusa,altın buzağı içinHarun ve İsrailoğullarına öfkelenerekYHVH'nin kendi parmakları ile[51] yazıp verdiği taş tableti kırar.Rembrandt, 1659
İslam'da peygamberlerin birtakım üstün sıfatlar (zekâ, anlayış, doğruluk, günahsızlık vb.) ile donatıldıklarına,mucizeler göstererek insanları doğruya çağırdıklarına, son peygamber olanMuhammed'in geleceğini vekıyameti haber verdiklerine inanılır. BunlardanAdem, ilk peygamber olmasıyla;Nuh, "Tufan" adı verilen olayıyla;İbrahim,tevhid mücadelesi veNemrud tarafından ateşe atılması olayıyla;Yusuf, kendi adını taşıyan kıssasıyla;Musa,Davud,İsa veMuhammed ise getirdiklerişeriat ve kitaplarıyla öne çıkarlar. Musa'yaTevrat, Davud'aZebur,İsa'yaİncil ve Muhammed'eKur'an'ın indirildiğine inanılır.
İslam inanışına göre, Kur'an'da adı geçen veya geçmemiş olmasına rağmen daha önceden gelmiş olup da sayıları tam kesin bilinmeyenpeygamberden birine bile inanmayan kişi, tam anlamıylaMüslüman olamaz.[52][kaynak güvenilir mi?]
İslam'da peygamberlik misyonu iki kategoride değerlendirilir:nebîler veresuller. Buna göre resuller, kendileriyle birlikte yeni birşeriat (dinî hükümler, kutsal kitaplar) gönderilen,Allah'ın elçileri olarak tanımlanırlar.[53][49] Her resulün bir nebî olduğu, buna karşılık her nebînin bir resul olmadığı söylenir. Nebîler, şeriat getirmedikleri için kendilerinden önceki son resulün şeriatına uyarlar. Bu anlayıştaMuhammed bir resuldür veİslam şeriatı da son ve geçerli sayılan tek şeriattır.[49][53] Bunun yanı sıra bazı İslam alimleri, bazı peygamberleriülü'l azm, yani kelime anlamıylasabırlı, gayretli ve kararlı kimseler olarak sınıflandırmışlardır. Bu peygamberler, inanca göre diğer peygamberlere nazaran daha fazla sıkıntılı, zorluklu ve çileli hayatlar yaşamışlardır.[54]Kur'an'daAhkaf Suresi'nin 35. ayetinden yola çıkarak İslam alimleri, bu peygamberlerinNuh,İbrahim,Musa,İsa veMuhammed olduklarını söylemişlerdir.[55]
"Kabe'deki Muhammed" (Siyer-i Nebi, 1595),(Burada, İslami geleneklere uygun bir şekilde yüzsüz bir figür çizilmiştir.)Arapça "Muhammed" yazısı
Muhammed bin Abdullah,[56][57] İslam'a göre son peygamberdir ve kendineAllah tarafındanKur'an'ın vahyedildiğine inanılır.[56]Resul bir peygamber[56] olarak ortaya koyduğuşeriat, Müslümanlar tarafından uymakla yükümlü olduklarına inanılan son şeriat sayılır.Mekke'de 570 ya da 571 yılında doğmuş, 610 yılında Mekke'ye 5 km uzaklıkta olanHira Mağarası'nda ilk vahyi almış, Mekkelilerce hakaretlere ve şiddetlere maruz kalmış, bunun için de 622'deMedine'ye göç etmiş, aralıklarla Mekkeli paganlarla savaşmış, 630'daMekke'yi fethetmiş ve 632'de,Veda Hutbesi'nden sonraMedine'de ölmüştür.
İslam inancında diğer din mensuplarının, önceki peygamberlerin getirdiği dinitahrif etmelerinden dolayı Muhammed'in Allah tarafından aynı mesajın bazı tamamlayıcı değişikliklerle ve mükemmel bir din olarak yeniden gönderildiğine inanılır. Müslümanlar tarafından Muhammed, son peygamber veyaahir zaman peygamberi olarak tanımlanır:
Muhammed yalnızca bir elçi ve peygamberlerin sonuncusudur. (Ahzâb Suresi: 40)
Muhammed'in söz ve fiilleri (hadis vesünnet), Kur'an'ın yanında ikinci derecede kaynak kabul edilir veİslam hukukunun iki temel kaynağından biri sayılır.[58][59]
Kaynaklara göre yaklaşıkMS 570 civarındaArabistan'ınMekke şehrinde, o zamanlar ticaret, bilim, sanat ve kültür merkezlerinin çok uzağında olan, dünyanın geri kalmış bir yerinde doğan Muhammed, hayatının ilk yıllarında hem öksüz hem yetim kalınca, amcasıEbu Talib'in koruması ve gözetimi altında büyüdü. 25 yaşında, Mekke'nin zengin ve dul kadınlarından biri olanHatice isminde birisiyle evlendi. Kırk yaşında, düzenli olarak bazı geceler inzivaya çekildiğiHira Mağarası'nda iken,Cebrail'in kendine gelerekAllah'ınilk vahyini ilettiğini duyurdu. Aldığını söylediği vahiylerle birlikte üç yıl sonra, "tevhit" inancını açıkça ilan ederek insanları, İslam inancına görediğer peygamberlerin de daha önceden öğrettiği şekilde İslam'a davet etmeye başladı. İslami kaynaklar,okuma ve yazmasının olmadığını söylerler.
Başlarda Muhammed kendine az sayıdadestekçi buldu ve kimi Mekkeli kabilelerin ve hatta akrabalarının düşmanlıklarıyla karşı karşıya kaldı. Kendisine ve kendi inancını benimseyenlere yapılan eziyetten kaçmak için ilk önce bazı Müslümanları 615 yılındaHabeşistan'a gönderdi, ardından 622'de destekçileriyle birlikteMedine'ye göç etti.Hicret adı verilen bu olay, daha sonradanHicrî takvim olarak da bilinen İslami takvimin başlangıcı kabul edildi.
Medine'ye geldiğinde Muhammed,Medine Sözleşmesi ile birlikte kabileleri tek bir çatı altında topladı, bir devlet sistemi oluşturdu ve İslam'ı buradan yaymaya devam etti. Mekkeli kabileler ile aralıklarla sekiz yıl süren çatışmaların ardından, büyük bir Müslüman ordusu kurarak 630'da kansız bir şekilde Mekke'nin kontrolünüeline geçirdi. Ayrıca yaşamının son dönemlerindeHabeşistan Krallığı,Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu,Mısır,Çin veSasani İmparatorluğu başta olmak üzere birçok devletin hükümdarlarına elçiler aracılığıyla İslam'a davet mektupları gönderdi. Muhammed 632'de Medine'de öldüğünde,Arap Yarımadası'nın tamamını fethetmiş ve bölgenin yine neredeyse tamamı İslam'ı benimsemişti.
Sana'a el yazmaları.UV ışık kullanılarak ortaya konan "altmetinler" günümüz Kur'anlarından çok farklıdır.Gerd R. Puin bunungelişen bir metin anlamına geldiğine inanıyordu.[60] Benzer bir ifade Lawrence Conrad tarafındanMuhammed'in biyografisi için kullanılır. Çünkü onun incelemelerine göre H. ikinci yüzyıla kadar Muhammed'indoğum tarihiyle ilgili İslami bilimsel görüş, 85 yıllık bir çeşitlilik sergilemişti.[61]
Kur'an, İslam peygamberiMuhammed'eAllah tarafındanmelekCebrail aracılığıyla gönderildiğine inanılan kutsal kitaptır.[62][63] Müslümanlar,"Hiç şüphe yok ki, bu kitabı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız. (Hicr: 9)" ayetine dayanarak Kur'an'ın orijinal olduğuna, değiştirilmediğine inanırlar.[64]
İslam'a göre,Allah'ın son elçisi olarak seçtiğiMuhammed'e 22 yıldavahiyle bildirilen Kur'an, Allah'ın son sözünü ve iradesini içerir. İçinde, Allah'ın isteklerini ve emirlerini dünyaya bildirenayetler vardır. Arapça bir sözcük olan Kur'an,"okumak, ezbere okumak" anlamlarına gelir.[65] Müslümanlara göre Kur'an, Allah'ın insanoğluna göndermiş olduğu harfi harfine sözüdür.[66]
Nuh'un gemisi, Zübdetü't-Tevarih.Gılgamış Destanı Tevrat ve Kur'an'da yeniden işlenir.[67][68] Ancak gemi, Tufan sonrasında Tevrat yazarlarına göre Ararat Dağı'na oturduğu halde, Kur'an'da Cudi Dağı'na oturtulur.
İslam geleneğine göre Muhammed, bir geceMekke'ye yukarıdan bakanHira Mağarası'nda tefekküre dalmış iken,Cebrail ona görünüp onu peygamberliğe davet etti ve "Oku!" dedi. Bunu, Kur'an'ın ilk vahyi olan,Alak Suresi'nin ilk beş ayeti izledi. Kur'an'ın tamamı, uzun bir dönem boyunca Muhammed'e indirildi; bu yüzden kademeli olarak başkalarına okuyabildi. Çoğunu Muhammed'invecit halindeyken aldığı vahiyler, 610'da gelmeye başladı ve 22 yıl sürdü. Başlangıçta Muhammed, bu vahiyleri ezberledi ve sözlü olarak aktardı. Sonrasında takipçileri bunları ezberledi. Fakat sonunda vahiyler, Muhammed'in kendi izni ve kontrolü dahilinde, bazen Muhammed'in katipleri tarafından, bazen de takipçileri tarafından yazıya geçirildi.[66]
“
Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir. (Alak Suresi ilk 5 ayet)
Biz Kur'an'ı, insanlara dura dura okuyasın diye ayet ayet ayırdık ve onu peyderpey indirdik. (İsra Suresi: 106)
„
İslam öncesiAraplar, ağaçlar, kuyular ve dağlara ilişkinkıssa ve mitolojiler kurgulamış;Safa,Merve, Ebû Kubeys,Arafat,Mina veMüzdelife'de bulunan kaya ve dağlara ilişkin kültler oluşturmuşlardı. Kur'an, bir kısım çoktanrılı tapınmaları kaldırmasına rağmen, kökleşmiş Arap mukaddesatıyla çatışmamış, aksine büyük oranda bu ritüelleri devam ettirmiştir.[69] Kur'an'da dini emir (farz) ve yasaklar (haram), sosyal düzenlemeler, nasihatler, teşvik ve korkutmalar ile önceki peygamberlerin hikâyeleri içerik olarak önemli yer tutar. İslam inançları veşeriatın ana kaynağı Kur'an'dır.
Kur'anayetleri,sure adı verilen bölümleri oluşturur. Kur'an'da toplam 114 sure bulunmaktadır.[62] Kronolojik olarak Kur'an'ın ilk yazılan ayetininAlak Suresi'nin birinci ayeti olduğuna inanılır; son ayet iseMaide Suresi'nin 3. ayetidir.
...Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı seçtim... (Maide: 3)
Kur'an'ı oluşturansureler veayetler, kronolojik olarak ya da konuya göre değil, genel olarak uzunluğuna göre düzenlenmiştir. Uzun sureler Kur'an'ın başında bulunurken, daha kısa olanlar sona doğru düzenlenmiştir. Bir bütün olarak sureler, çeşitli konuları ele alırlar; ibadetler, siyaset, evlilik, aile yaşamı, muhtaçlara yardım, hijyen, ekonomi konularında yol gösterir. Kur'an'daki bazı sureler, Muhammed'inMekke'de veyaMedine'de bulunma dönemlerine bakılarakMekke sureleri veyaMedine sureleri olarak adlandırılır. Bunun yanı sıra, hem Mekke'de hem Medine'de belirli ayetleri inen sureler de bulunmaktadır. Kur'an'da bazı ayetler çok ritmiktir ve mecazla doludur. Hatta birçoğu yeminlerle başlar.[70]
Müslümanlara göre Kur'an,Allah'ın insanoğluna gönderdiği son vahiydir.
Kur'an ayetlerinin ne şekilde anlaşılması veyorumlanması gerektiği ile ilgili mezheplerin değişik görüşleri olmuştur:
Hem muhkem hem müteşabih ayetlerin yorumlanmasına karşı çıkan ve sadece anlaşıldığı üzere ve dış şekliyle tatbik edilmesi görüşü:Zahirilik.
Ayetlerde keşf ve ilhamla anlaşılabilecek derin anlam ve işaretlerin bulunduğu ve asıl anlamlarının bunlar olduğu görüşü:Batıni,Tasavvufi veHurufilik.
İsrafil (Arapça: إسرافيل),İslam inancına göre dört büyük melekten birisidir vekıyametin başlangıcı içinSûr adı verilen boruyu üfler. Buna göre İsrafilin ilk üflediğinde kıyamet kopacak, ikinci üfleyişinde ise diriliş veahiret yaşamı başlayacaktır.
İslam'a göre kıyametin vaktini istisnasız sadeceAllah bilir denir. Ancak aynı zamanda Muhammed birAhir zaman peygamberi olarak bilinir ve İslamda Kıyametin her zaman çok yakın olduğuna inanılmıştır.
Kur'an'ın pek çok ayetinde kıyamet gününden, o gün gerçekleşecek olan yıkıcı ve korkutucu doğa olaylarından bahsedilir ve hatta ''Kıyamet'' adında bir sure de bulunur.[71]
Dünyanın sonu olanKıyamet gününe, yeniden dirilişe ve hesaba çekilme zamanı olanahirete iman etmek, İslam'ın temel inançlarındandır. Ahiret günü, Allah'ın insanları yeniden diriltip bir arada toplayacağı gündür. O gün insanlardan bazıları, nimetleri bol olanCennet’e ya da elem verici bir azabın olduğuCehennem'e gireceklerdir. Kur'an'da ahirete iman, çeşitli ayetlerde vurgulanmış,Bakara Suresi'nin 62. ayetinde ise Allah'a inançla birlikte insanların kurtuluşa erecekleri belirtilmiştir:
Muhammed'inAhiret gezisi: Cehennem Antik İsrail'de yaratılan dehşet ve korku unsurlarının (Ge-Ben Hinnom'da yakılarakMolek'e kurban sunulan çocuklar (Yeremya 32:35) evrimi ile ilgiliydi.[72] Kur'an'ınCehennem'inde MolekMalik'e dönüşür.[73] (Minyatür, 15. yüzyıl)
“
Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ileYahudiler,Hristiyanlar veSâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükafat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır. (Bakara: 62)
„
İslam görüşlerine göre İslam, kendinden öncekiİbrahimî dinlerin hükmünü kaldırmış ve hangi dine mensup olunursa olunsun, insanların tümü İslam'a girmekle yükümlüdürler. İslam gelmeden önceki semavî dinlere mensup olanlardan Allah'a ve ahirete inanıp iyi işler yapan insanların, tıpkı İslam'da olduğu gibi kurtuluşa erecekleri belirtilmektedir. İslam bilginleri,Bakara Suresi'nin 62. ayetini de böyle yorumlamışlardır. Zira inanca göre, İslam geldikten sonra dahi İslam'ı kabul etmeyip kendi ölçüleri çerçevesinde Allah'a ve ahirete inananlar kurtuluşa eremezler.[74] İslam'da kurtuluşa ermenin birincil yolu, Allah'a ve onun son elçisi olarak inanılanMuhammed'e iman etmektir. İslam'daki bu birincil iman ve kurtuluş yolu,kelime-i şehadet adı verilen sözde toplanmıştır.[75] DolayısıylaKur'an'ın bazı ayetlerinde,ehl-i kitap olarak adlandırılanYahudilerin veHristiyanların İslam'a dönmedikleri sürece kurtuluşa ermeyecekleri söylenir:
Şüphesiz, inkar eden kitap ehli ile Allah'a ortak koşanlar, içinde ebedi kalmak üzerecehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratıkların en kötüsüdürler. (Beyyine Suresi: 6)
Kadere iman; hayır veya şer olsun, her işin Allah'ın irade, takdir ve yaratmasıyla olduğuna inanma şeklinde tarif edilir.Sünni İslam ilahiyatında, Allah'ın ezelî ve ebedî ilmi ve bilgeliğinin gereği olarak her şeyin onun bilgisi dâhilinde olduğuna ve bu bilgilerin miktar, ölçü anlamında bir deyim olarak Kur'an'da da geçen, “Levh-i Mahfûz”da yazılı kader olduğuna, zamanı geldiğinde de bu bilgilerin tasarımdan fiile çıktığına (kaza) inanılır.
Kader, Kur'an'da imanın bir unsuru ve parçası olarak geçmez. Bununla birlikte,Cibril Hadisi'nin bazı sürümlerinde, Muhammed imanı tanımlarken kader de geçmektedir.[76] Kadere iman,Sünni İslam âlimleri tarafındanimanın şartlarından birisi olarak görülür iken,Şiilikte iman esaslarından değildir.
Kader,kelamcılar arasında en çok tartışılan konulardandır. Kaderiniman tanımı içerisinde geçip geçmemesi gerektiği yanında, kadere karşı insan iradesinin gücü, kaderin değişip değişmeyeceği ve kader karşısında insanın sorumluluğu gibi konular uzun tartışmalara sebep olmuştur.
Mutezile veKaderiyye mezhepleri, katı kaderciCebriyye mezhebinin tam karşısında yer almış ve kaderi reddetmişlerdir. Sünni mezhepleri ise kadere inanmayı esas almakla birlikte,kelamcı gelenek, bu inanışı insanın iradesi ile dengelemeye çalışan açıklamalara yer vermişlerdir.
Şiilikte (Şîa)
Şiilik,Muhammed'in ölümünden sonra devlet idaresininAli'ye ve onun soyundan gelenlere ait olduğuna inanan mezheptir.
Adalet: İyi ve kötü olan şeylerin bir hikmetinin olması ve olayların arkasındaki hikmetinAllah tarafından bilinirken, her zaman insanlarca anlaşılabilir bir mahiyette olmaması ve iyi ile kötü şeylere karşı Allah'ın insanlara iyi olanları yapmalarını emretmesi ve bunun karşılığında onları mükâfatlandırmasıdır. Adalet,Şiilikte özel bir anlam içerir. Şiilikte eşyanın bazısının doğası hasebiyle içten iyi, bazısının ise kötü olduğu inancı mevcuttur. Olayların arkasında her daim gizli bir hikmet yatmaktadır ve kul, her ne kadar bu hikmete nail olmaya çalışmalıysa da bunu tamamen anlaması pek mümkün değildir. Kişilerin yaptıkları eylemlerde hür olduklarının,Allah'ın da adalet sıfatı sebebiyle kişilerin iyi eylemlerine iyi, kötü eylemlerine karşı kötü bir sonuç yaratmasının "zorunluluk" olduğu görüşündedirler. Yani Allah, adalet sıfatından dolayı iyiliği her daim iyilik, kötülüğü ise her daim kötülük ile sonlandırır.
İmamet /Hilâfet: Allah'ınehl-i beytten olan belirli şahısları insanlığın önderi (imam, halife) olmak için önceden seçtiğine inanmaktır. Bu inanç dolayısıyla, Sünnilikte bir çeşit kutsallık atfedilenAli'den önceki halifeler (Ebu Bekir,Ömer,Osman) veMuaviye sonrası ehl-i beyt soyuna halifeliği teslim etmeyen kişiler, makamı gasp eden ve ehl-i beyte zulüm ve haksızlık yapan kişiler olarak tanımlanırlar ve onlardan uzak durulur (Teberra). Şii inancında Ali ve onun soyundan olan belirli kişilerin gerçek imamlar olduğuna, bunun dinî bir gereklilik olduğuna inanılır ki bu, gerekli vasıflara uyan herkesin imam olabileceğini kabul edenEhl-i Sünnet ve'l-Cemâ'at mezhebinden çok daha farklıdır ve iki mezhep arasındaki en büyük farktır. İmamet unsuru Şiilikte iman esaslarından biridir. Şii mezheplerinde imamet konusu, yorumlama ve kimlerin imam sayılıp sayılmayacağı hususları bazı farklılıklar arz eder. Şiilikte imamların masumiyeti, yanılmazlığı, sözlerinin dinde delil kabul edilmesi sebebiyle konu ayrıca önemlidir.
Bunların dışındaşart olarak sıralanmasa da Şiilerde meleklere ve kutsal kitaplara inanılır.
İbadetler (kulluk, tapınma)
Klasik anlayış İslamın ibadet ve giyim gibi şekli unsurlarını ön plana çıkarmakla birlikte, bu unsurları kısmen veya tamamen reddedenbatıni toplululuklar da sosyolojik olarak İslam toplumu içerisinde var olagelen gruplardandır.
İslam'da, inanan insanların Allah'a ibadet etme ile ilgili birtakım dini yükümlülüklerin bulunduğuna inanılır. Bununla beraber bu yükümlülükler, mezhepten mezhebe değişir. Namaz, oruç, hac ve kurban kesme gibi bazı ibadetler, İslam öncesiAraplarda veya diğer toplumlarda da bulunmaktaydı. İslamiyet bu tapınmaların çoğunu korumuş, bazılarını yeniden düzenlemiş, bazılarını ise kaldırmıştır.
Sünni İslam anlayışına yol gösteren birhadise göre, İslam'ın beş şartı bulunur ve inananlar için bunları yerine getirmekfarzdır, yani zorunludur. Bu yükümlülükleri terkedenler,İslam'da büyük günah işlemiş olurlar ve bazı durumlarda cezalandırılırlar. Örneğin, Sünni İslam'ın dörtfıkhi mezhebine göre denamaz ibadetini terk eden Müslümanlar cezalandırılırlar. Bu yükümlülüklerin buluğ (ergenlik) çağı veya reşit olma ile başladığına inanılır.
Abdullah bin Ömer'in rivayet ettiği 'Cibril Hadisi'nde melekCebrail, sahabelerden birinin kılığına bürünerek Peygamber ve arkadaşlarını ziyaret eder ve Muhammed'e çeşitli sorular sorar:[77][78]
"Bir gün Rasûlullah'ın yanında bulunduğumuz sırada aniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendini kimse tanımıyordu. Doğru Peygamber'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uyluklarının üzerine koydu ve"Ya Muhammed! Bana İslam'ın ne olduğunu söyle!" dedi. Rasûlullah,"İslam, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın resulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir." diye buyurdu. O zat,"Doğru söyledin." dedi. Babam da (Ömer bin Hattab) dedi ki:"Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu."
Namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetlerin zamanları ve miktarları,İslam mezheplerinde bazı farklılıklar gösterir. Kişi, yaptığı her ibadetlesevap kazanırken,farz olmasına rağmen yapmadığı ibadetlerlegünaha girer.[79]
Bu değerlendirmelerin pratik uygulamada karşılıkları da bulunabilir. Buna göre İslam'da namaz, oruç veya zekat gibi ibadetlerin terki durumunda uygulanacakşer’i ceza işlemleri ve kişinin cezaen öldürülmesi sonrasında, bu kişilerin cenazelerine yapılacak işlemleri de şekillenir. Şöyle ki bu kişiler,mürted kabul edildiklerindecenaze namazları kılınmaz, Müslüman mezarlığına gömülemez, miras bıraktıkları devlet hazinesine kalırlar.[80][81][82]Fıkıhçılar ve İslam alimleri, İslam'ın beş şartını kabul etmesine rağmen, maddi imkanlar sebebiyle zekat veremeyen ve hac görevini yerine getiremeyen Müslümanların günahkar olmadıklarını söylemektedir.
Hanefilere göre İslam'ın uygulanmasına dair ihmal veya ret içeren eylemlerde, kişinin kanatılıncaya kadar dövülmesi veya ölünceye kadar hapsedilmesini de içeren tazir cezaları ile cezalandırılması gerekir. Ayrıca öldüklerinde cenazelerine Müslüman cenazesi muamelesi yapılır.[83][84][85]
Şafii veMaliki mezheplerine göre ise namazı terk etmek, ceza miktarı ve şekli Kur'an ve sünnetle belirlenen suçlardandır ve terk eden, “had” uygulanarak öldürülür. Ancak cenazelerine Müslüman cenazesi muamelesi yapılır, miras bıraktıysa mirasçılarına paylaştırılır.[83][84]
Hanbeli mezhebinde ise namazı terk eden ve bunda ısrarcı olan kişiler,mürted kabul edilerek mürtedlere kılıçla öldürme şeklinde uygulanan “had cezası” tatbik edilir, cenaze namazı kılınmaz ve ceset, Müslüman mezarlığına gömülmez.[84][86]
İslam'ın ilk şartı, Tanrı olarak sadeceAllah'ın varlığına veMuhammed'in de onun elçisi olduğuna tanıklık (şahitlik) etmek anlamına gelenkelime-i şehadeti dile getirmektir.
“
Ben şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.(Kelime-i şehadet)
Sünni (solda) veŞii (sağ) Müslümanlarcuma namazında (Tahran,İran, 2018). Şiiler, namazda ellerini yana salar iken, çoğu Sünni Müslüman ellerini önde bağlar.Cemaatle namaz kılarkensecdeye giden Müslümanlar
Namaz (Arapça: صلاة,Salah), İslam'ın her inanana farz kıldığı bir ibadettir. İslam'ın en önemli, en temel ve olmazsa olmaz ibadeti olarak kabul edilir.[87] Kur'an'da günün belli vakitlerinde,[88][89]abdestle birlikte[90]duaya (salat) kalkılması ifadesi bulunur. Kur'an'a göre namaz, Allah'ı anarak teslimiyetin gösterildiği bir arınma biçimi veİbrahim Peygamber'e öğretilen bir ibadet şeklidir.[90][91]
Farz,fıkıh dilinde Kur'an'ın açık olan ve yoruma dayanmayan emirlerine denir. Günlük 5 vakit namazın farz olduğu inancı, Kur'an ayetlerininyorumu vehadislere dayanan Sünni İslam toplumlarınca benimsenen bir uygulamadır.[92] Buna göreİslam dünyasının çoğunluğunu oluşturanSünniler, günde sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere 5 vakit namaz kılarlar.
Sünni mezhebine göre günlük 5 vakit namaz,Miraç olayında bizzat Allah tarafından Muhammed'e ve onun ümmetine emredilmiştir. Dolayısıyla bu gruptaki Müslümanlar, 5 vakit namazınCebrail aracılığıyla değil de bizzat Allah'ın kendi tarafından bildirildiğine inandıkları için namaza çok önem verirler.[93]
Şiiler veKur'ancılar ise (hadislerin dini referans olmasını reddeden grup), günde 3 vakit namaz kılarlar.[94] Ancak bu üç vakit namazın hangileri olduğu konusu da çok açık değildir.[95][96] Örneğin bu üç vakitte bir anlayışına göre öğle-ikindi, akşam-yatsı ve sabah olarak; bir başka uygulamada ise akşam, yatsı ve sabah olarak rastlamak olasıdır.[97] Prof. Dr.Süleyman Ateş'e göre Kur'an'da geçen namazlar sabah, akşam ve gece namazından (teheccüd) ibarettir.[98]Alevilikte ise namaz reddedilmemekle birlikte, herhangi bir şart (vakit, şekil, kıble, vb.) belirtilmemiştir.[99]
İlk olarak,camilerdeezan okunması ile Müslümanlar namaza davet edilir. Müslümanlar, dilerlerse namaz kılmak için bir camide toplanır; ama isterlerse tek başına ya da grup halinde herhangi bir temiz yerde de kılabilirler. Namazdan önceabdest alınır. Abdest alınmadan namaz kılınamaz. Abdest ile eller, ağız, burun, yüz, kolların dirseklere kadar olan bölümü, başın (veya saçın) belli bir kısmı, ayaklar ve topuklar yıkanır ve böylelikle temizlenilir. Bu ritüelin şekli ve uygulanışı mezheplere göre bazı değişkenlikler gösterebilir.[100] Abdest alındıktan sonra Müslümanlar, yüzlerini İslam'ın en kutsal kenti olanMekke'dekiKabe'ye çevirip namazlarını kılmaya başlarlar. Bu yön, camilerdemihrap olarak bilinen süslü bir yapıyla gösterilir. Cami dışındaki Müslümanlar ise, genellikle birseccade üzerinde namaz kılarlar ve bu da, namazın temiz bir yerde kılındığının bir işaretidir.[101]
Oruç, niyet edipimsak vaktinden (alacakaranlık) akşam günbatımına dek, bir şey yiyip içmemek ve her türlücinsel aktiviteden uzak durmak olarak tanımlanır. Oruç tutmak, sadeceRamazan ayı boyunca farz kılınmış, bayram günleri haricinde de faziletli ve sevaplı olarak görülmüştür.[102] Kur'an'da oruç,Bakara Suresi'nin şu ayetleri ile emredilmiştir:[103][104]
“
Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. (Bakara: 183)
Oruç, sayılı günlerdendir. Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise, bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa, o kendi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. (Bakara: 184)
(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur'an'ın kendinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah'ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir. (Bakara: 185)
„
Hicri takvime göreRamazan ayında Müslümanlar, mazeret olmadığı sürece, farz olan oruç tutma ibadetlerini gerçekleştirirler. Şafaktan gün batımına kadar oruç tutmak;akut veya kronik hastalığı olan, seyahat eden, aşırı yaşlı, emziren, hamile, şeker hastası veergenliğe girmemiş olan kişiler dışında tüm Müslümanlar içinfarzdır (zorunludur). Şafak öncesi yemeğesahur, orucun bozulduğu akşam yemeğine iseiftar denir.
Orucun manevi mükafatlarının (sevap) Ramazan ayında katlanarak arttığına inanılır.[105] Bu inanca göre Müslümanlar, sadece yiyecek ve içecekten değil, aynı zamandatütün ürünlerinden,cinsel ilişkilerden ve günahkar davranışlardan da kaçınırlar; bunun yerine kendilerini daha çoknamaza veKur'an okumaya adarlar.
Müslümanlar, Kur'an'ın Ramazan ayında (Kadir Gecesi) inmeye başladığına inandıkları için bu aya çok değer verirler. Bu ay süresince her gün şafak sökmeden önce toplanıpsahur adı verilen bir yemek tüketilir. Sahur zorunlu bir uygulama değildir; ancakMuhammed'in birsünneti olduğu için ve sahur hakkında da bazıhadisleri bulunduğu için, Müslümanların çoğu da bu sünnete uyarak sahur yaparlar.[106][107] Akşam karanlık çöktükten sonra da,iftar adı verilen daha büyük bir yemekle oruçlar açılır. Bunların yanı sıra, Ramazan'dateravih namazı kılmak, Kur'an'ı baştan sona okumak gibi bazı dini ritüeller de vardır.
Ramazan,Şeker Bayramı ya daRamazan Bayramı denilen özel bir bayramla sona erer. Bayram, bir ay boyunca sürmüş olan oruç tutma ibadetinin sonudur ve bayramın 1. günü oruç tutulmaz; kimilerine göremekruh, kimilerine göre iseharamdır.[108] Bayram, bir mükafat niteliği taşımaktadır.[109]
Zekât, dini terminolojide "asli ihtiyaçlar" dışındanisap miktarı mala sahip olan ve zengin sayılan herMüslümanın, bu zenginliği üzerinden 1 tam yıl geçtiğinde vereceği,şartları ve oranları belirlenmiş zorunlu bir ödemeyi ifade eder. Ayrıca ödenmesi mecburi olmayan, belirli şartlarla kısıtlanmayan bağışlar için desadaka ifadesi kullanılır.Kur'an'ınTevbe Suresi 60. ayetinde zekatın verileceği sayılırken, kullanılan kelime ise bu anlayışın aksinesadakadır.
“
Sadakalar (zekâtlar), Allah'tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekat toplayan memurlar, kalpleri İslam'a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda mücadele edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe: 60)
„
Fıkıhta kişinin zengin sayılması için ev, bina, elbise, ev eşyaları, bir yıllık yiyecekleri gibi asli ihtiyaçları dışında sahip olması gereken 80 gr altın veya eşdeğer mal miktarınanisap denir. Asli ihtiyaçlar kişinin yaşadığı zaman, mekan, sosyal çevre ve anlayışa göre değişkenlik gösterir.
Müslümanlar arasında zekat bir vergi midir, yoksa bir ibadet midir tartışması bulunur.[110][111][112][kaynak güvenilir mi?][113] Zekatın bir vergi olduğu anlayışına göre,şeriat yönetimi altında bulunmayan Müslümanların, yaşadıkları ülkenin vergi yasalarına göre vergi ödedikleri için dini açıdan ayrıca zekat ödemelerine gerek bulunmamakta, ibadet olarak değerlendirilmesi durumunda ise ödemeleri gerekmektedir. Zekatın şartları ve miktarı belirli, zorunlu bir ödeme türü olması onun "bir çeşit vergi" olarak anlaşılmasının temel dayanağıdır.
Mekke'dekiKâbe'yi tavaf eden, ibadet eden Müslümanlar.Hac, İslam dininde önemli bir ibadettir.
İslam'dahac,Hicri takvime göreZilhicce ayındaArafat Dağı'nda dua edilmesi,Kabe'nin ziyaret edilmesi,şeytan taşlama vekurban kesilmesi gibi bazı uygulamaların belirli kurallar içinde ve bir arada yapıldığı, ayrıca yalnızca zengin olan Müslümanlarafarz olan biribadettir.Şeriat hukukundanamaz,oruç,zekat gibifarz kabul edilen dini hükümleri yapmayanlar veya terk edenler için belirli cezalar öngörülür iken, maddi durum yetersizliği nedeniyle hac yapmayanlar için benzer yaptırımlardan söz edilmez.Kur'an'da şu ayetler ile hac emredilmiştir:
“
Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız, artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur da tıraş olmak zorunda kalırsa, fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban bulamayan kimse; üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman tam on gün oruç tutar. Bu, ailesiMescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah'a karşı gelmekten sakının ve Allah'ın cezasının çetin olduğunu bilin. (Bakara 196)
İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler. Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin. (Hac 27-28)
„
Hac,Kâbe'nin yanı sıra diğer bazı kutsal yerlerin birlikte ziyaret edilmesi iken;umre ise sadece Kâbe ziyareti olarak tanımlanır.[114]
Mîkât; hacca başlarkenihram (hac yaparken giyilen dikişsiz beyaz örtü) giyilen, bitişinde de çıkartılan yere denir. Hacda Kâbe ziyaret edilir, tavaf yapılır,Safa ileMerve arasında gidip gelinerek sa'y yapılır,Arafat Dağı'ndavakfe yapılır,Minâ denilen yerdeşeytantaşlanır ve ardından kurban kesilir.[114] İslam dünyasının hac günü,Hicri takvime göreKurban Bayramı'na denk gelen 10Zilhicce’dir.
Şiîlikte sahip olunan eşyanın veya kârın beşte birlik değerine denk gelen bir vergidir. DayanağıEnfal Suresi'nin 41. ayetidir:
“
Allah’a ve ayırım günü, yani iki topluluğun karşılaştığı gün, kulumuza indirdiğimize iman etmişseniz, biliniz ki ganimet olarak ele geçirdiğiniz her şeyin beşte biri Allah’a, peygambere, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Allah her şeye kadirdir.
„
Sünnilikte hums, "ganimet malı" olarak savaşta el konulan mallarınBeyt-ül mal denilen devlet hazinesine devredilmesinden ibarettir. Nereye harcanacağına da emir sahipleri olan yöneticiler karar verir. Şii inancında ise bu vergi,Muhammed'in bir yakını veya soyundan gelen bir kimse,[115] yetimler, ihtiyaç sahipleri veya yurdundan ayrı düşmüş ve yurduna dönecek maddi imkânı bulunmayan kişilerin hakkı olarak tanımlanır.[116]
Ayette geçen "ganimet" sözcüğü, Şiilerde genel bir "kâr"ı ifade eder ve bu sebeple kârın söz konusu olduğu her durumda beşte birlik bir kısım vergi olarak ayette belirtilen yerlere verilmelidir.[116]
Ayetler etimolojik ve literal anlamda "iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırma" anlamlarına gelmez. Maruf bilinen, aşina olunan anlamındadır[117] ve 30 ayette kullanım amacı aynı kökten gelen örf'ü ifade etmektir.[118] Münker ise belirsiz, tekil veya tuhaf anlamındaki nekr, nekre[119] kelimelerinden marufun zıddı olarak[120] türetilmiş ve olasılıkla günümüzdebid'at (gelenekte olmayan, tuhaf, yeni icatlar, sünnette yer almayan dini uygulamalar) olarak ifade edilenin aynısıdır.
İyiliği emretmek ve kötülüğü engellemekcihadın bir türü olarak kabul edilir,[121] bu sebeple bazı İslami ekollere göre İslam'ın temelfarzlarından biridir. Ayrıcaİslami anlayıştaiyilik vekötülük kavramlarınıngöreceliği, yani kastedilen iyiliğin İslam'a göre iyi, kötülüğün ise İslam'a göre kötü olan olduğu göz önüne alınmalıdır.[122] (Ayrıca bakınız:Göreceli ahlak)
İlkecihatçı kökten dincilerle reformist İslamcılar arasında tartışma konusudur.Ana akım İslamcılar görevin hükûmetlere ait olduğunu, kişilerin teker teker bu görevi yapmaya kalkmaları halinde anarşiye yol açılacağını savunurlar. Cihatçı kökten dincilikte ise “iyiliğin emredilip kötülüğün yasaklanması”farz-ı kifâye hükmünde bir vecibedir. Şayet siyasi otorite dinin münker gördüğü hususları ortadan kaldırma konusunda harekete geçmezse bu görev, gücü yetebilen her bir ferdin sorumluluğuna geçmiş olur.[123] İlkeMu'tezile'ye göre "farz-ı ayn"dır.[124]
Ehl-i beyt ve takipçilerini sevmek olarak yorumlanır. Şiilikteimamet/hilâfet inanç esasları arasında yer alır veMuhammed sonrasındaAli üzerinden12 imam denilen Muhammed'in soyu devam eder. Şiilikte bunları, takipçilerini, sevenlerini sevmek (veli-dost edinmek) şarttır.Şura Suresi'nin 23. ayetine dayandırılır:[125]
“
Allah’ın, iman edip dünya ve ahirete faydalı işler yapan kullarına verdiği müjde işte bu! De ki: “Sizden akrabalık (yakınlık) sevgisinden başka bir karşılık istemiyorum.” Kim çaba harcayıp bir iyiliği gerçekleştirirse, bu konuda ona daha büyük güzellikler bahşederiz. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır ve iyiliği asla karşılıksız bırakmaz.
„
Şiiler, ayette geçen "yakınlar" sözcüğünüehl-i beyt ve soy anlamında anlamışlardır.
Ehl-i beytin düşmanı olan kişileri sevmemek, inananların ehl-i beyti sevmeyenleri sevmemeleri, ehl-i beyt düşmanlarına düşman olmaları anlamına gelir ve Şiilikte önemli bir yere sahiptir.
Bu anlayış sebebiyle Şiiler,Sünniliktesahabe olarak bir çeşit kutsallık atfedilen ilk Müslümanlardan bazılarına karşı nefret olarak tanımlanabilecek bazı antipatik duygular gösterirler. Anlayışın etkilerihadis gibi dini referanslarda görülebileceği gibi günlük yaşamda da, örneğin çocukların isimlendirilmesi gibi hususlarda da net olarak görülür. Yine bu sebepleŞii veAlevi inancına mensup olan Müslümanlar, geleneksel olarak Allah ve Muhammed adının yanında, ilkhalifeler olanEbu Bekir,Ömer veOsman'ın adlarının da süsleme olarak duvarlarına asıldığıSünni ibadethanelerine gitmezler.
Şeriat (Arapça:شريعة), "İslam hukuku" anlamında olup, İslam dinindeki ibadetler, muameleler ve cezaları içerisine alan, dini hukuka ait tüm kavram ve kurallara verilen isimdir.
Klasik anlayışta ŞeriattaKur’an temel kaynaktır ve Kur'an'da geçen emir ve yasaklar temelinde kararlar alınır.[62] Şeriatın ikinci kaynağınıhadisler oluşturur. Bazı İslam hukuku ekolleri, Kur'an'da geçmemekle birlikte Kur'an'da geçen bir başka emir veya yasakla aynı illete (sebebe) dayanan konularda da Kur'an'daki emir veya yasağakıyas yoluyla karar verirler. Özel durumlar dışında haram ve helal yiyeceklerin belirlenmesinde,Şafiî ve İbn Kudame gibi bazıfakihler haram ve helalliğin kriterini "Arabın tabiatına uygunluk ve aykırılık" ile sınırlamışlardır.[126]
Şeriat birhukuk sistemi olarak tanımlansa da burada günümüz anlamında olgunlaşmış, alan, kural ve sınırları belli olan,bireysel haklar temelinde bir hukuktan bahsetmek olası değildir.[127][128] Günümüzde hukuk, etik, gelenek, inanç ve ibadet, sınırları ayrımlaşmış ve birbirlerinin alanına girmemesine özen gösterilen kavramlardır. Hukuk etik, örf, inanç veya ibadetle ilgilenmez. Ancak Şeriatte bu kavramlar iç içe geçer ve, örneğin günümüzde sadece bir tercih meselesi olaniçki içmek [en]-içmemek veyayetişkinlerin karşılıklı rızaya dayalı cinsel eylemleri veya buna atıf yapılarak gerçekleştirilen konuşmalar (kazf, bu yöresel anlayışlara göre etik bir sorun olabilir) veya inanç veya ibadetlerin terki (irtidat, bu dini bir sorundur) büyük cezai yaptırımlarla karşılanır. Cezalarda suçun ağırlığına göre derecelendirme bulunmaz, Kur'an ve hadiste cinsel suçlarda mütecaviz-mağdur,[129] öldürme-yaralama suçlarında da iki Müslüman arasında olabilecek öldürme dışında (Nisa; 92) diğer geleneklerde[130] olduğu gibi kasıtlı-kasıtsız ayrımı getirilmemiştir.Tâzir olarak sınıflandırılan birçok suçta yasal dayanak (kanunilik ilkesi) olmadığı gibi yargılayanlar açısından suçun kanıtlanması veya ceza alan kişiler arasında aynı suça aynı cezanın verilmesi gibi zorunluluklar da bulunmuyor.[131]
Patricia Crone, şeriat hukukununMuhammed'in gelenekleri üzerine değil,İskender döneminde geliştirilenYakın Doğu'nun yasası üzerine kurulduğunu iddia eder. Ona göre Müslümanlar, bu yasayı Allah adına eleyip sistemleştirmiş ve kendi imajlarıyla damgalamıştı.[132] Genel olarakEmevi hilafeti ve özellikleMuaviye'nin kullandığı bu eyalet yasası, ulema tarafından uzun bir uyarlama döneminden sonra, şimdişeriat dediğimiz uygulama haline geldi.[133]
Şeriatı kısmen (kişisel durumlarda: evlilik, boşanma, miras ve velayet) uygulayan, bunun dışında uygulamayanlar
Şeriat kanunlarını bütünü ile kabul eden ülkeler
Şeriatı bölgesel farklar gözeterek uygulayan ülkeler
Günümüzdeİslam İşbirliği Teşkilatı'na üye olan ülkeler arasında şeriatı hiçbir şekilde uygulamayan, kısmen veya tamamen uygulayan veya bölgesel farklılıklarla birlikte uygulayan ülkeler bulunur. Şeriat uygulayan ülkeler, uluslararası örgütlerden insan hakları, eşitlikler, kadın hakları, çocukların korunması, bireysel tercihler ve kişi hak ve özgürlüklerinin korunmaması gibi konularda şiddetli eleştirilerle karşılaşmaktadırlar.[134] Şeriat ile Batı hukuk anlayışı arasında İslam'ın bireysel haklar ve özgürlükler kavramına yer vermeyişi, önemli bir çatışma kaynağı olarak öne çıkmaktadır.[135]
Klasik şeriat uygulamalarından bir kısmı,insan haklarına karşı ciddi ihlaller içermektedir.[136] Bunlar, insanlarınilhad,irtidat veyafasıklık gibi tanımlamalar ile etiketlenerek suçlu ilan edilmeleri ve bunlara verilen öldürme[137][138] ve diğer cezalar[139][140][141] ile kadının sosyal statüsünü aşağıya çeken, kadınların evlerinden dışarıya izinsiz çıkışlarının ve sosyal hayata katılımlarının yasaklanmasını da içine alan "tesettür-hicap" uygulamalarıdır.[142]
Din savaşları başlatma ve organize etme ve bunun sonucunda da savaş ganimeti olarak değerlendirilen sivillerin, cinsel fiillere açık şekildeköle vecariye olarak kullanılması -ki bu efendilerin doğal hakkı olarak görülürdü- gibi eylemlerin birersavaş suçu, sistematik olarak uygulandıklarında dainsanlığa karşı suçlar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.[143][144][145]
Mutsuz bir kadın,kadıya kocasının iktidarsızlığını şikayet ediyor. (18. yüzyılOsmanlıminyatürü)
Klasik şeriat uygulamaları, farz sayılan ibadetlerin terkinidinden çıkma sayıp onlar için ölüme varan şiddetli cezalar öngörmekte iken,insan hakları kavramının gelişmesi ile İslam ülkelerinde ibadetlerin mükafat veya cezasının uhrevi olarak değerlendirildiği, dahaseküler veya kısmi şeriat uygulamaları ön plana çıkmaktadır.
Tanımlamalar tanımlamanın kaynağı veya kaynaklık eden ifadenin anlam ve kapsamına dönük yorumlar mezhepler ve anlayışlara göre değişebilmektedir. Örneğin balık dışı deniz ürünleri,[146]mut'a nikâhı,tesettürde haram sayılan bölgeler vb.,fıkıh, Kur'an vehadisten türetilenanlayış veyorumların toplamıdır ve bir bakıma şeriatın ne olduğunu fıkıhçılar belirler. Ulema, değişikİslam ülkelerindemüftü,kadı,fakih,şeyhulislam,imam,molla gibi isimler alır ve İslamiemir,yasak veyasaları belirleme, kıyas yoluyla yeni kurallar koyma veya muhtelif konuları etiketleme yetkisine sahip olurlar.
Fıkıhta insan davranışları (Ef'âl-i mükellefîn) için geliştirilen etiketler şunlardır:Farz (mutlak zorunluluk ifade eden eylemler ve ibadetler),vacip (farz kadar kesin olmasa da gerekli ve bir alt derece zorunluluk),sünnet (Muhammed'in yaşamı, davranışları ve eylemleri),müstehap (sevilen işler),helal (uygun işler),mekruh (çirkin karşılanan, çok çirkin veya az çirkin) veharam (kesinlikle yasak). Bu değerlendirmeler fıkıh, mezhep, meşrep ve kişisel anlayışa göre şekillenir ve farklı toplumlarda yerleri de değişebilir.
Bu eylemlerin şeriat anlayışında maddi ya da manevi karşılıkları bulunur. Farz, vacip ve sünnet olarak nitelendirilen eylemlerin terki ile mekruh ve haram olarak nitelendirilen eylemlerin yapılması cezai (had veya tâzir cezaları olarak) karşılık görür. Örneğin,namaz kılmayanların dövülmesi, hapsedilmesi ve kılmamakta ısrar edenlerin öldürülmesi,[147][148][149] bu kapsamda ele alınabilir. Bu eylemler tazir cezalarının konusudur ve belli bir sınır ve ölçü olmaksızın hâkimin takdiri ile cezalandırılır. Tazir cezalarında suçun şahitlik veya benzeri mekanizmalarla ispat (Kanunilik ilkesi) zorunluluğu yoktur.
İslam felsefecileri olanKelamcılar, bir şeyin kötü olduğu için mi yasaklandığı, yoksa yasaklandığı için mi kötü kabul edilmesi gerektiğini de tartışmışlardır. Akılcılara göre dinde bir şeyin yasak olmasının bir sebebi bulunmalıdır ve bu tespit edildiğinde, aynı sebepler çerçevesinde dini yasakların kapsamı genişletilebilmektedir. Örneğiniçki yasağına kıyas edilerek,sarhoşluk etkisi veren her şeyin haram olduğuna karar verilebilir. Ancak bir şey yasak olduğu için kötüdür inancına sahip olanlara göre böyle bir kıyaslama kabul edilemez. Onlara göre Allah, eğer yasaklamak isteseydi, içki gibi diğer zararlı veya sarhoş eden şeyleri (uyuşturucu,sigara vb.) yasaklardı.
Sosyal sınıflar
Şeriat anlayışında insanlar değişik ve eşitsiz sınıflara ayrılır.[150][151]
Müslüman olmayanlar siyasi olarak ikiye ayrılır;Zimmi, kelle vergisi (cizye) karşılığında can güvenliği verilenler - Harbi, (Kendilerine hiçbir can veya mal güvenliği verilmeyenler)
Soyağacı aidiyeti ile;Seyyid ve şerifler, ayrıcalıklı sınıf, sıradan mahkemelerde yargılanmayan,[152] her türlü vergi[153][154] ve Müslüman erkeklere getirilen en fazla 4 kadınla evlenme[155] gibi kısıtlamalardan muaf sınıf.[156]Alevi kültüründeOcak olarak bilinirler.[157]
Milliyetine göre; Araplar (kavm-i necip olarak adlandırıldılar[158] ve yönetici elit kesimi oluşturdular) -mevâlî, (yarı köle, azadlı, Arap olmayan Müslümanlar; Müslüman olmalarına rağmen Arap bir patrona vergi ödemek zorundaydılar.[159])
Nikah durumuna göre; Evli - bekar (Zina suçu'nun cezası evli-bekar ayrımına göre (Recm veya 100 kere sopalama) değişebiliyor. (Mut'a nikahı Sünnilerde zina ile eşdeğerdir, ancak had cezası gerekip gerekmediği imamlara göre değişmektedir.))
Bu ayrım şahitliğin reddi veya daha değersiz sayılması gibi hafif, savaş ya da yakarak öldürme (mülhid ve mürtedlerin yakılması) gibi ağır sonuçlar doğurabilir ve miras,ölüm tazminatı,kısas, yönetici (hakim, nakib-ül eşraf) veya yargıç atamaları gibi birçok alanda ayrıcalık veya mahrumiyet olarak kendini gösterebilir. Yasal hak ve sorumluluklar kişininakil-baliğ olması ile başlar.
Fıkıhtafarz veharam denilen hükümlerKur'an'a dayandırılır.Hanefi fıkhında, diğer mezheplerde bulunmayan bir kavram olanvacip, Kur'an'da geçen, ancak farzlar gibi kesinlik göstermeyen (kurban kesme gibi) dini emirleri ifade etmede kullanılan bir tanımlamadır.
İslam toplumunda hem ibadet (namaz, oruç, vb.) hem de sosyal alanda (selamlaşma, erkek çocukların sünnet edilmesi, cenaze namazı, domuz eti yememe, alkol yasağı, hayvan keserken besmele çekilmesi gibi) bazı genel kurallar bulunur.
Osmanlı'daCariye. "....sizin için temiz kılınan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Eğer adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman bir tane ya daelinizin altında sahip olduklarınız (esire veya cariyeler) ile yetinin....(Nisa suresi, 3)
İslam'danikâh ile gerçekleştirilen meşru ilişki dışındacinsel yaşam men edilmiş vezina olarak tanımlanmıştır.Nikâh, İslam hukukunda birsözleşmedir.Fıkıhta geçerli sayılması için nikâhın şahitlerin huzurunda yapılması, icap ve kabul, erkeğingayrimüslim olmaması,mehir ve sözleşmenin ilanı gibi bazı şartlar ileri sürülmüştür.Şii mezhebinde isemut'a, geçerli ve meşru bir ilişki tarzıdır.Sünni mezhebine göre isemut'a nikâhı önceleri serbest iken, daha sonra yasaklanmıştır ve ilgili Kur'an ayeti neshedilmiştir. Mut'a,Sünni mezheplerdezina olarak tanımlanır veharam kabul edilir.[160] İslam'da zina veeşcinsel ilişkiler için cezai yaptırımlar öngörülmüştür. Erkekler4 kadınla nikahlanabilirken, kadınlar tek erkekle nikahlanabilirler. Boşanma hakkı ağırlıklı olarak erkeklere verilmiştir ama kadın şiddete uğrarsa ya da aldatılırsa boşanma davası açabilir. Bunun yanı sıra, erkeklerincariye, yani kadın köle hakkı sınırsızdır.
İslam'a göre nikah akdinin gerçekleşebilmesi için şahitlik şarttır. Nikah şahitleri Müslüman olmalı ve nikahın geçerliliği için 2 erkek veya 1 erkek ile 2 kadın şahitlik etmelidir.
İslam'da ve Kur'an'da kadının yeri konusunda Müslümanlar arasında birbirinin tam aksi iki farklı eğilim görülür.[161] Bunlardan birisi, İslam'ın kadını en yüksek mertebeye oturttuğu, kadınlara bütün haklarını verdiği şeklinde iken; diğeri iseKur'an'ıataerkil Arap toplumunun önyargılarını yansıtan, kadınları ikinci sınıf bir konuma hapseden bir metin olarak algılayanların tutumudur.[161]
İslam toplumlarında kadının durumunu İslam dininin kurallarının yanı sıra sosyal ve siyasi çevre, etnik yapı ve İslam öncesinden gelen kültür mirası belirlemiştir. Bu sebeple, İslam dünyasında kadının her yerde ve her dönemde aynı konumda olduğunu söylemek mümkün değildir.[162] Ayrıcaşeriat hukukunda erkeklerde olduğu gibi, esir veyacariye kadınlarıngiyim kuralları, dini ve toplumsal hakları ve sorumlulukları hür kadınlardan tamamen farklıdır. Hanefî ile Maliki mezheblerine göre; yüz ve el müstesna bütün vücud avrettir. Aynı zamanda kadının mahkemede ifâde vermesi için erkek hakim veya alışveriş için müşteri veya satıcı erkeklere görünmesinde beis yoktur.[163]
Kur'an'da kadın giyimi ile ilgili emir kipi ile ifade edilen cümlelerdekadın giyimi ile ilgili net bir çerçeve çizilmemesi, İslam'da kadın giyiminin yüzyıllar boyunca tartışılan, bir uçta sadece avret olarak tanımlanan edep yerlerinin[164] (cinsel organlarını) örtülmesini yeterli gören, diğer uçta kadının el ve yüzler dahil bütün bedeninin örtülmesini zorlayan[165] anlayışların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Aralarında bazı küçük farklılıklar olmakla birlikte, İslam mezhepleri kadın vücudunun örtülmesi gerektiğini (tesettür) ifade etmişler, ancak zaruri durumlarda geçerli olmak üzere, kendi yakınları ile sınırlı belirli bölgelerin açılabilmesine izin vermişlerdir. Bunun yanında,Hanefi veMaliki mezheplerinde kadının el ve yüzünün "fitneye yer vermeyecek şekilde" açılabilmesine müsaade edilmiştir.
Otokratik yönetimler; şeriat ve itaat kültürünün ön planda olduğu, bireysel özgürlük ve değerler anlayışının gelişmediği toplumlarda, Kur'an'ın mutlak bir inançla Allah'ın emir ve yasaklarından oluştuğu anlayışının sürekli olarak toplumsal belleğe işlenmesi,tesettür ve zorunlu ibadet kurallarına aykırı davranan bireylere karşıdinsel zorbalığın ve kadına yönelik şiddetinİslam coğrafyasında yaygın olarak görülmesi sonucunu doğurmaktadır. Günümüzde kadın eğitimine ve onun sosyal hayata katılımına değişik rivayetler ve birkaçayet -muhtemelen tarihsel bağlamından kopartılarak yapılan tercümeleri- ile desteklenen çıkarımlarla şiddetle karşı çıkan bazıköktendinci terör örgütleri İslam dünyasında varlığını sürdürmekte ve eğitim kurumlarına ve özellikle kız öğrencilere karşı saldırılar düzenlemektedirler. (Bakınız:Taliban,Boko Haram,Malala Yusufzay)
Bu alt başlığıngenişletilmesi gerekiyor.Sayfayı düzenleyerek yardımcı olabilirsiniz.
Raşidin halifelerin zamanında kullanılan İslami para örneği.[166]Sasani İmparatorluğu hükümdarıII. Hüsrev'in taklidi. (Bishapur basımı) Tarih H 36 (MS 656). Sasani tarzı büst; kenarda bismillah/ Kurdeleler ve görevlilerle ateş sunağı; yıldız ve hilal çevreleyen alevler; solda tarih, sağda para adı. Raşidun Halifeliğinin Sikkesi, (647-670). Bizans figürü (II. Konstans Haçlı asa ve haçlı küreyi tutuyor) ile.
KKTC'dekiYakın Doğu Üniversitesi'nin (YDÜ)İlahiyat Fakültesinde yapılan bir çalışmada,Cahiliye Dönemi'ne ait vergilerle ilgili veriler ve bunlarınKur'an’daki malî yükümlülüklerle ilişkisi araştırılmış ve Kur’an’ın söz konusu vergilerinin İslam öncesi Güney, Kuzey veHicaz Araplarında, hatta daha eski toplumlarda yer alan düzenlemelerin aynısı olduğu sonucuna varılmıştır.[167]
İslam'da dinler İslam,Yahudilik,Hristiyanlık veputperestlik olarak formüle edilir. İslam inancına göreAllah yanında tek din İslam'dır veMuhammed'in getirdiği din, yeni bir din değildir. O, sadece daha öncekipeygamberlerin mesajını tekrar açıklamış ve tamamlamıştır ve gönderilmiş peygamberlerin sonuncusudur.[168][169] İslam'daİbrahimîdinlerin peygamber veya kutsal kişi kabul ettiği kimseler (Nuh,İbrahim,Musa,İsa) birer peygamber;Tevrat,Zebur veİncil isetahrif edilerek hükümsüz kalmış kutsal kitaplar olarak kabul edilir.
İslam görüşlerine göre İslam, kendinden öncekiİbrahimî dinlerin hükmünü kaldırmış ve hangi dine mensup olunursa olunsun, insanların tümü İslam'a girmekle yükümlüdürler. İslam gelmeden önceki semavî dinlere mensup olanlardan Allah'a ve ahirete inanıp iyi işler yapan insanların, tıpkı İslam'da olduğu gibi kurtuluşa erecekleri belirtilmektedir. İslam bilginleri,Bakara Suresi'nin 62. ayetinden yola çıkarak, İslam geldikten sonra dahi İslam'ı kabul etmeyip kendi ölçüleri çerçevesinde Allah'a ve ahirete inananların kurtuluşa eremeyeceklerini belirtmektedirler.[74][170] Ayrıca İslam ve bazı Kur'an ayetleri, daha önce kendilerine bir kutsal kitapla bir peygamberin geldiğini kabul eden Yahudiler ve Hristiyanlarıehl-i kitap olarak adlandırmaktadır.
Ayrıca Kur'an'daİsa'dan birpeygamber ve "Allah'ınruhu" (ruhullah) olarak bahsedilir; dolayısıyla Hristiyanlıktaki Baba, Oğul veKutsal Ruh'tan oluşanteslis inancı,şirk gerekçesiyle şiddetle reddedilir.
İslam peygamberiMuhammed, yaklaşık 10 yıl sürenMedine döneminde savaş, baskın, savunma veseriyye gibi çatışma içeren veya içermeyen 100'e yakın askerî harekât düzenlemiştir ve bunların 27 tanesinde bizzat komutan olarak bulunmuştur. Muhammed'in bizzat ordu başında bulunduğu seferlere İslam literatüründe ''gazve'' adı verilir. ÖrneğinBedir,Uhud veHendek muharebeleri birer gazve iken;Mute ve1. Sifülbahr muharebeleri gazve değildir.
İslam'ın bir unsuru olancihat, Kur'an ve hadislerde her ne kadar Allah adına İslam'ı yaymak amacıyla savaşmak anlamına gelse de, bazı İslami yorumlara göre ise her zaman fiziki bir savaşı tanımlamaz.[171] ZiraArapça kökenli bir sözcük olan ''cihat'', Arapçada ''savaş'' değil, ''mücadele, çaba, gayret'' gibi anlamlara gelmektedir.[172] Bundan ötürü, kişinin İslam adına yaptığı farklı emek ve çabalar dacihat tanımı içerisinde değerlendirilmiştir.[171]
Kur'an'da değişik cihat ayetleri bulunur:
“
Kendilerine kitap verilenlerden (Hristiyanlar ve Yahudiler) Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyenlerle, küçük düşürülüpcizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın. (Tevbe Suresi: 29)
„
İslamtefsir geleneği,Bizans (Hristiyan) hakimiyetinde olanSuriye bölgesinde ve bu yol üzerindeki gerekHristiyan gerekseYahudi topluluklar ileMüslümanlar arasındaki gerginliklerin varlığını koruduğu gerekçesiyleTevbe Suresi 29. ayetin indiğini kabul etseler de, bu görüş hakkında başka zayıf rivayetler de bulunmaktadır.[173]
KökenleriHariciler'e dayananRadikal İslamcılar, İslam fıkhının aşırı yorumlarına sahip birİslam devleti ve bu tür birşeriata uygun toplum yapısı kurma ve bunu diğer insanlara da uygulatmayı amaç edinen, çoğunlukla bu amaçlaterörist yöntemlere de başvuran gruplardır. Radikal İslamcılar, kendileri dışındakimezheplerinMüslümanlarınıbidat,küfür veşirk ile itham etmekte ve onları Müslüman kabul etmediklerinden, onları cihadın bir parçası olarak görüp öldürülmelerinde bir beis görmemektedirler.Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD),El-Kaide,Hizbullah,Taliban gibi örgütler, Radikal İslam'ın günümüz yaklaşımlarını temsil etmektedir.
Muhammed'in hayatı,kıble veKur'an'ın ilk yazım yeri olarak Mekke 1970'li yıllardan bu yana tartışılır olmuştur.Mekke'nin, arkeolojik araştırmalarda İslam öncesine gitmeyen yeni bir şehir olarak ortaya çıkışı, tarihi kaynaklar ve haritalarda adının 8. yüzyıl öncesinde geçmemesi,[174] ticaret yolları üzerinde olmaması yanında toprağının tarıma uygunsuzluğu,[175] ayrıca erken İslam tarihi hakkında ipuçları veren Kur'an ve hadis rivayetlerinde tanımlanan bazı yer isimleri ve özellikleri ile uyuşmazlıklar gibi nedenlerleRevizyonist İslam Araştırmaları Okulu olarak adlandırılan tarihçiler Muhammed'in kurgusal (veyaPatricia Crone,Michael Cook gibi diğerleri ise O'nun gerçek ama daha kuzeyde yaşamış) bir kişilik olabileceğine inandılar. Kur'an'da 16 kere anılanMescid-i Haram onlara göre Kuzeybatı Arap Yarımadası'ndaydı.[176][177][178][179][180][181] Bunun yanındaTaifte bulunan bir taş yazıt geleneksel bilgiye aykırı olarak Mescid'i Haram inşa tarihini 78 olarak veriyor.[182]
İslam'ın çıkış yıllarında Arabistan'da çok sayıda bölgesel dil ve alfabe kullanılmaktaydı. Kur'an yazımında kullanılan dil ve alfabenin kuzeyde gelişen, Suriye ve Kufe'ye kadar uzananNebati-Aramaik Arapça dil olduğu ifade ediliyor.[183][184]
Muaviye'nin sonrasında çıkan karışıklıklardaYezid askerlerince yıkılan,[185]Kabe'nin aslına uygun olarak yeniden yapılmasının İslam dünyasında uzun süre tartışıldığı ancak bunun gerçekleştirilemediği geleneksel tarih kitaplarında da ifade edilen bir konudur. Kıble üzerinden yapılan bazı araştırmalar İslamın ilk kuruluş yeri olarak Petra'yı öne çıkarmıştır.[186]
Kanadalı yazarDan Gibson "Quranic Geography" ismiyle kitaplaştırdığı araştırmalarında, en eski camilerin mihrap yönlerininPetra'yı gösterdiklerini,[187] ayet, hadis ve siyer geçen ipuçlarının da Muhammed'in Petra'da yaşadığını ve buradanMedine'ye göç etmiş olduğunun işaretlerini verdiğini söyler.
Doç Dr. Eren Karakoç Tarih sohbetlerinde İslamın erken çağları ile ilgili bilgiler aktarıyor; “Bizans hiçbir zaman Müslümanlarla savaşmadı,Yermük MuharebesiBizans ileGassaniler arasında yapıldı, Muhammed Gassani hükümdarlarının ünvanıydı…”[188]]
„
Bu yapı Müslümanlarınİkinci Fitne olarak niteledikleriAbdullah bin Zübeyr ayaklanmasında yıkılmış, İbni Zübeyrkarataşı diğer kutsal eşyalarla birlikte alarak Mekke'ye taşımış, yeni tapınağı burada inşa etmişti. Emevilere karşı Abbasilerin desteğini kazanan yeni mekanbirkaç yüzyıllık bir geçiş dönemi sonunda tamamen benimsenmiş, yeni yapılan camilerin yönü Mekke'ye dönük olarak inşa edilmeye başlanmıştı. Ancak Emevi etkisinde kalan Kuzey Afrika ve Endülüs camileri yönlerini bambaşka bir yöne, Güney Afrika'ya çevirerek yeni kıbleye karşı çıkmaya devam etmişlerdi.[189][190]
Konu ile ilgili ortaya atılan bir diğer iddia ise “bekke”nin bekaa ile bağlantılı olarak ele alınanKudüs kenti olduğu yönündedir.[191][192]
Bu sonuçlara, ilk Müslümanlar Kâbe'nin yerini doğru hesaplayamadılar,[193][194][195] Abdullah bin Zübeyr olayı ile ilgili 7.ve 8. yy. yazarlarıJohn bar Penkaye veTeofanis Petra'dan değil Mekke'den bahsetmişlerdi,[196][197][198] gibi savlarla karşı çıkıldı.
Hicaz bölgesinde Arapçanın kullanıldığını gösteren belge ise,Ömer tarafından Mekke valisi olarak atananHalid bin Velid'in oğlu Abdurrahman'a ait MS 660'lara tarihlenen taş yazıttır.[199]
Batlamyus (MS 100-170) Arabistan'da aralarında "Macoraba" isimli bir yerleşimi de saydığı 50 yerleşimin listesini yayınlamıştı. Geçmişte Macoraba'nın gerçek Mekke olduğu konusunda genel bir fikir birliği olmasına rağmen, bazı bilim adamları bu sonucu sorguladılar.[20][200][201] Modern veriler kullanarak Mekke ile çağrışım yapan antik yer isimlerini Mekke ile eşleştirme eğiliminde çalışmalar ve bu tutumu yanlışlayan araştırmalar günümüzde de devam etmektedir.[202][203][204]
Öte yandan haritalıCoğrafya'nın en eski el yazmalarının Batlamyus'tan 1000 yıl sonra, 12. yüzyıl sonlarında Bizans'ta başladığı biliniyor.Batlamyus'un kendi haritalarını çizdiğine dair somut bir kanıt yoktur.[205] Ancak başlangıç meridyenini sağlam bir şekilde belirleyemediği için, vermiş olduğu koordinatlar da hatalıdır.[206] Bu haritaların Batlamyus'a referans veren çok daha sonraki yüzyıllara ait sürümlerinde Macoraba ve diğer yerleşimlerden bahsedilmektedir.
İslamın erken tarihlerinde yazılan eserler konum belirlemekten uzaktır; Süryani yazarJohn bar Penkaye[196][197][198] ve John Damascene Mekke'den çölde bir yer olarak bahseder.[207] Ayrıca Arapların küp şeklinde yapılan ve İslam öncesi Arabistan'da oldukça yaygın olan put evlerineKabe adını verdikleri biliniyor.[208] Bu yapıların İslamlaşma döneminde tahrip edilmesiyle Müslümanlar arasında başlangıçtan bu yana sadece tek bir tane Kabe'nin, Mekke'de var olduğu algısı da yerleşmiştir. Rivayet kültürüne dayalı eserlerin dışında tarih bilimi açısından İslamın erken tarihi, ne zaman ortaya çıktığı, hangi coğrafyada doğup dünyaya yayıldığı konusu günümüzde belirsizliğini korumakta, bu konuda farklı coğrafyalara işaret eden çalışmalarla[209] Muhammed'in hayat hikâyesinin belki de birden fazla kişinin hikâyelerinin birleşimi olabileceği kanaatlerinin ileri sürülmesine yol açan bulgular ortaya konmuştur.[177][210][211][212][213][214][215][216][217][218][219][220][221][222]
Kenan baştanrısıEl'in heykeli. (İ.Ö. 1400-1200, Megiddo.) İsim Cebrail, Mikail, Azrail, İsmail, İsrail gibi bileşik isimlerde kendini göstermeye devam ediyor.[223] Örneğin Cebra-il "El'in gücü"dür.Hatra'dan bir kabartma; Arap tanrıçalar El-Lat ve olasılıkla Menat ve el-Uzza; Araplara göreEl-İlah'ın kızlarıydılar. Irak Müzesi
İslam öncesi Arabistan'da her bir aşiret, kendi tanrı ve tanrıçalarını koruyucu olarak görür, bu tanrı ve tanrıçaların ruhları kutsal ağaçlar, taşlar, su kaynakları ve kuyularla ilişkilendirilirdi.Arap mitolojisindeputlar, sembolize ettikleri tanrı veya tanrıçalar nedeniyle kutsal sayılmaktaydılar ve en önemli tapınım aracıydılar. İslam öncesinde, Arap Yarımadası'nda çok sayıda kutsal mekan ve buralarda inşa edilen kübik ilah evleri (Kâbe) bulunduğu, kutsal kabul edilen mekanlar ve ilah evlerinin Araplarcaharam aylar boyunca ziyaret edilerek buralarda değişik tapınmaların gerçekleştirildiği bilinmektedir.[224]
Mekke'dekiKâbe, aşiretlerin koruyucu tanrılarının 160 tane put heykeline ev sahipliği yapıyordu. Kâbe'dekiEl-Manât,El-Lât veEl-Uzzâ ismindeki üç tanrıçanın Allah'ın kızları olduğuna inanılıyordu. Buna karşılıkHristiyanlar veYahudiler dahil olmak üzere Arabistan'da tek tanrı inancına sahip çeşitli topluluklar da vardı.[225] Yerli Araplardan olanHanifler de bunlardan birisiydi[226] ve bazen yanlış bir şekilde Hristiyanlar ve Yahudiler arasında sınıflandırılıyorlardı.[227][228] Müslüman inancına göre, Muhammed de bir Hanif idi veİbrahim'in oğluİsmail'in soyundan gelmekteydi.[229]
İslamî literatürde,Arap toplumunun İslam öncesi dönemine ''Cahiliye Dönemi'' adı verilmektedir. Bu terim,Kur'an vehadislerde Arapların İslam'dan önceki inanç, tutum ve davranışlarını İslami dönemden ayırt etmek veya benimsetmek için kullanılır.Fuhuş,zina, hırsızlık,putlara tapılması, adaletsizlik veköleliğin olağan görülmesi, bu dönemin özelliklerinden olarak görülür.[230]
İslam tarihçiliğine göre, Cahiliye Dönemi'nde kadınlar alt tabaka insanı olarak görülmüş, üst sınırı olmayan çok eşli evlilik pek yaygındı.Fuhuş bir meslekti ve köle sahipleri kölelerini bu işe zorlamaktaydı. Kadınlar, babalarının veya eşlerinin miraslarından pay alma hakkına sahip değildi. Evlatlar isterlerse, babalarının ölümünün ardından üvey anneleriyle evlenebilirdi. Boşanma hakkı da erkeğe ait ve sınırsızdı. Soylular, kız çocukları olduğunda bunu bir utanç kaynağı olarak görüp onları öldürebilmekteydi.[231] Bu dönemde kızların diri diri toprağa gömüldüğü yönündeki rivayetler de önemli bir yer tutar.Kurban sunma veya diğer nedenlerle yapılan çocuk katliamları konusunda Arapların diğer milletlerden çok da farklı olmadıkları, ifade edilen bir diğer noktadır.[232]
Muhammed ve Müslüman ordusununMekke'ye ilerleyişini gösteren bir tasvir (630)
İslam,7. yüzyılın başlarındaMuhammed aracılığıyla Arap Yarımadası'nda bir din olarak ortaya çıkmıştır. İslam inancına göre, yaklaşık MS 610 civarındaArabistan'ınMekke kenti yakınlarındakiHira Mağarası'nda tefekkür halinde olanMuhammed'eCebrail meleği aracılığıyla ilkvahiy gönderildi. İlk üç sene boyunca sadece ailesini ve akrabalarını uyaran Muhammed, inen bazı ayetlerden sonra insanları apaçık ve toplu bir şekilde İslam'a davet etmeye başladı. Bu süreçte, başta bazı akrabaları ve yakınları olmak üzere birçok Mekkeli kavmin düşmanlıklarına ve eziyetlerine maruz kaldı. Fakat bunun yanı sıra, memleketi Mekke'de birçokYahudi,Hristiyan ve çoktanrıcı, mesajına inandı. Mekkelilerin bu şiddetli muhalif tutumu karşısında Muhammed, 615 yılında bazı Müslümanları Habeşistan'dakiAksum Krallığı'na gönderdi. Yapılan eziyetlerin dozu iyice artınca da, kendine inananlarla birlikte toplucaMedine'ye göç etti. "Hicret" olarak anılan bu olay, İslam tarihinin dönüm noktası olmuştur. Çünkü bu sayede Muhammed Medine'de hiçbir baskı altında bulunmayarak İslam'ı hızlı bir şekilde yaymaya devam etmiştir.
Medine'de otoritesini iyice sağlamlaştıran Muhammed,Müslüman orduları kurarak aralıklarla Mekkelipaganlarla savaştı ve çoğunlukla onlara galip geldi. Muhammed, dönemindeBizans,Sasani,Çin veHabeşistan başta olmak üzere birçok büyük devletin hükümdarlarına elçiler aracılığıyla İslam'a davet mektubu gönderdi ve bu şekilde adının geniş bir kesimde duyulmasını sağladı. 630 yılında, büyük bir Müslüman ordusu kurarakMekke'yi fethetti veKabe'yi putlardan temizledi. Bu fetih,Arap Yarımadası'nda İslam'ın yayılışını daha da hızlandırdı.
Muhammed, 632'de,Veda Haccı'nı tamamladıktan veArafat Dağı'nda yaklaşık 124.000 MüslümanaVeda Hutbesi ile son kez seslendikten birkaç ay sonra hastalandı veMedine'de öldü. Ölümünden önceArabistan'ın büyük bir kısmının İslam'ı benimseme süreci tamamlanmıştı.
Raşidun halifeler kendi ülkelerinde yeni bir para tasarımı yapmak yerineSasanilerin sembollerini (Hilal-yıldız, ateş tapınağı, son imparator2. Hüsrev resmi) paraları üzerineBismillah cümlesini ekleyerek kullandılar.[233] Onlar aynı yöntemle üzerinde haç ve Bizans imparator resimleri bulunan, Bizans paralarını da kullandılar.
Muhammed'in ölümünden sonra İslam Devleti'nin başınaDört Halife olarak bilinen, sırasıylaEbû Bekir,Ömer,Osman veAli geçmiştir. DininArap Yarımadası'nda yayılma süreci de bu dönemde tamamlanmıştır. Ali'nin ölümünden sonra kısa süreliğine Müslümanların biatıyla oğluHasan halife olmuş, fakat daha sonra elindeki gücü kullanarakMuaviye hilafeti eline geçirmiş ve iktidar olmuştur.[234] Muhammed'in ölümünden sonra iktidara gelen ilk dört halifeyeSünnî edebiyatında sıkçaHulefâ-i Râşidîn (Râşidîn Halifeliği), yani ''doğruluk üzere bulunan halifeler'' denmiş ve bazen bunlaraHasan bin Ali de eklenmiştir. Bununla birlikteEbu Bekir,Ömer veOsman'ın halifelikleri genel olarakŞiî veAlevîler tarafından tanınmaz.Haricîlerin bugün hâlâ devam eden bir kolu olanİbadiyye ise, sadece ilk iki halife olan Ebu Bekir ve Ömer'i kabul eder ve onlarıdoğruluk üzere halifeler olarak görür.
Ebu Bekir döneminde, öncelikleMuhammed'in ölümü sonrası Arap Yarımadası'nda başlayan kargaşalar giderilmiş ve zaman içindeSasani İmparatorluğu veDoğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'na doğru ilerlenmiştir.Ömer'in hilâfeti sırasında İslam Devleti sınırları büyük ölçüde genişlemiş,[235]Mezopotamya fethedilip ele geçirilmiş;Mısır,İran,Irak,Filistin,Suriye,Kuzey Afrika veErmenistan'ın çeşitli bölümleri ele geçirilmiştir.[26] Daha sonra üçüncü halife olarak seçilen Osman'ın hilâfeti sırasında İran'ın tamamı, Kuzey Afrika'nın tamamına yakını,Kafkaslar veKıbrıs ele geçirilmiş ve İslam Devleti topraklarına katılmıştır.[236] Bununla birlikte, kendi zamanında bazı yakınlarının önemli görevlere tayini ve diğer bazı iç sorunlar sebebiyleOsman öldürülmüştür.[236] Osman'ın öldürülüşü ve ortaya çıkan iç savaş ortamı sebebiyleAli'nin döneminde hilâfet iç meselelere yönelmiş, çıkan iç savaşla uğraşılmıştır.[236][237] İç savaş ve iç gerilimler sonucunda Ali de öldürülmüş,[237] kendinden sonra halife olan oğluHasan ise hilâfetiMuaviye'ye teslim etmek zorunda kalmıştır.[234]
Muaviye, İslam Devleti'nin başkentiniŞam'a taşımış,imparatorluk benzeri bir yapının temellerini atmış ve kendinden sonra oğluYezid'i bu makama tayin ederek İslam siyasi tarihindesaltanatı başlatmıştır.[234] Bu harekâta karşı ayaklanan İslam Peygamberi'nin torunu ve dördüncü halife Ali'nin oğluHüseyin ise, Yezid tarafından gönderilen askerlerceKerbela'da taraftarlarıyla birlikte öldürülmüştür.[238][239] Nitekim bu noktadan sonra daha katı birŞiî ayrılması söz konusu olmuştur. Muaviye ile birlikte başlayan yeni dönemeEmevîler Dönemi denmiştir.
Emevîler Dönemi'nde büyük bölgeler zapt edilmiş, İslam DevletiAsya'nın içlerindenİber Yarımadası'na kadar ilerlemiştir.[240] Her ne kadar siyasi yayılma yükselişe geçmiş olsa da, aynı şey dinî yayılma için söylenemez; nitekim bu dönemde dinî yayılmanın devletin gayrimüslimlerden aldığı vergi göz önünde bulundurularak pek teşvik edilmediği de öne sürülmüştür.[240]
Emevîler veAbbasîler döneminde yapılan fetihler sonucu ele geçirilen yeni topraklardaki halklar, aynı zamanda İslam diniyle de tanışmış oluyorlardı. Bunun sonucu olarak zaman içinde birçok bölgeye İslam dini yayıldı. Önce yakın bölgelerde yaşayanİranlılarda, 10. yüzyılda ise kitleler hâlindeTürkler arasında İslam yayılmaya başladı. Tüccarlar aracılığıyla Müslümanlıkla tanışan ve Müslümanlığı kabul edenİdil Bulgarları, ilk Müslüman Türk devleti oldu.Karluk,Yağma veÇiğil Türkleri,Orta Asya'daki ilk Müslüman Türk devleti olanKarahanlı Devleti'ni (840),Oğuzlar iseBüyük Selçuklu Devleti'ni (1038) kurdular.
909 yılından 1171 yılına kadarMağrip veMısır'daki çeşitli bölgelereFatimîler isimli bir ArapŞiî (İsmailî) hanedanlığı hükmetmiştir.[25][242][247] Hanedanlığın başındaki halife, Şiî İsmailî imamıydı ve bu sebeple seküler gücünün yanı sıra, İsmailîimamet anlayışında da önemli bir yere ve tarihî öneme sahip olmuşlardır.Fatımîler Devleti, 1171 yılındaSelahaddin Eyyubi tarafından devrilmiş ve devletin sahip olduklarıMısır,Suriye,Yemen veHicaz gibi bölgelerdeEyyûbî Hanedanlığı başa geçmiştir.[247]Zengi Devleti'nin komutanı olan Selahaddin'in bu hamlesi, hemMısır'da bağımsız birEyyûbî Devleti'ni kurmuş oldu, hem de İslam dünyasının çift başlı halifelik sorunu çözülerek halifelik, tekrarBağdat merkezliSünniAbbasi Hanedanlığı'na bağlanmış oldu.Haçlıların 1099'da kutsal şehirKudüs'ü ele geçirmeleri sonucunda, 12. yüzyıl ortalarında, çoğunluğunuZengilerin yönettiği ve ağırlıklı olarakArap-Kürt-Türk karışımı ordularlaHristiyan devletlerle çatışmalara girildi; fakat olumlu bir netice alınamadı.[248] 1187 yılında MüslümanKürt komutanSelahaddin Eyyubi,Hıttin Muharebesi ileLüzinyanlı Guy'ın ordusunun tamamını yok edipKudüs'ü Haçlılardan geri alarak şehri 88 yıl aranın ardından tekrar Müslüman dünyasına kattı. Bu olay üzerineAvrupalılar, Kudüs'ü tekrar ele geçirebilmek içinIII. Haçlı Seferi'ni düzenlediler. Ancak başarılı olunamadı ve şehir Müslümanların hakimiyetinde kaldı.
1250 yılındaEyyubiler Devleti'nin ardılı olarakMısır'daMemlûk Sultanlığı başlamış, Memlûkların buradaki hâkimiyeti 1517 yılına kadar devam etmiş, 1517 yılındaI. Selim komutasındakiOsmanlılar Mısır'ı ele geçirmiştir ve bu fetihten sonra Osmanlılar, hilafeti kendi iktidarları olarak kabul edip ilan etmişler ve Osmanlı padişahları aynı zamandahalife unvanını taşımışlardır.[242][251] 1517 yılında OsmanlılarınMemlûklardan ele geçirdiği halifelik,Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışının ardından, yaklaşık dört ay boyuncaTürkiye Cumhuriyeti'nde uygulanmış, ancak 3 Mart 1924'te Osmanlı'nın mirasçısı durumundaki Türkiye Cumhuriyeti'nin meclisinin (TBMM) aldığı bir kararla feshedilmiş ve yönetim sistemi değişmiştir.[251] Osmanlı İmparatorluğu tarafından yapılan fetihlerleAnadolu'nun neredeyse tamamı veBalkanlar'da Müslüman nüfus artmış, İslam dini yayılmıştır.
Mezhepler, dini önderlerin veya toplulukların dinalgılarıdır. Ayrıca İslam'da siyasi etkenler gibi değişik sebeplere dayanan mezhepsel bölünmeler de olmuştur. BunlardanBabilik veBahailik gibi derin inançsal ayrılık gösteren bazıları, İslam orijinli bağımsız dinler olarak değerlendirilebilirler. Bunun dışında, dini önderlerin yerleşik hale gelmiş farklı anlayış ve yorumlarından kaynaklanan mezhepler vardır.
Siyasi mezhepler kategorisi içerisindeSünnilik (Ehl-i sünnet),Şiilik (Şia) veHaricilik mezhepleri bulunur. Bu mezheplerin ortaya çıkması ve ayrışması,İslam tarihi açısından önemli bir olaydır ve siyasi etkileri başta olmak üzere birçok çeşitli etkileri olmuştur.
İslam peygamberiMuhammed öldükten sonra ortaya çıkan devletin liderliği sorununda belirli bir ayrışma gerçekleşmiştir. Bazı kişiler devletin lideri olarak,imam konumunda olanAli'yi görmek istemişlerdir. Nitekim Şiilik inancına göreimamet Ali'nin hakkıdır ve Muhammed bunu yaşarken ima etmiştir. Sünniler, Ali'nin de imamete uygun olduğunu kabul etmekle birlikte, Muhammed'in yaşarken kendinden sonra Ali'nin imam (halife) olması gerektiğini ima ettiğine inanmazlar. Nitekim Şiilerin büyük çoğunluğu Ali öncesindeki 3halifeyi (Ebu Bekir,Ömer,Osman) kabul etmezken, Sünniler kabul eder. Şiilik ve Sünnilik arasındaki tartışma bu şekilde siyasi bir tartışma ile (kimin imam olması gerektiği) başlamış, zaman içinde iki grup ibadetler ve çeşitli akide konuları açısından da ayrışmışlardır. Üçüncü siyasi grup olan Hariciler ise, başta Ali taraftarı kişilerdi. Bununla birlikte,Sıffin Savaşı sonunda hakem tayin edilmesi olayına sonradan karşı çıkmış, bu hakemliğinküfür olduğunu öne sürmüş ve ayrı bir grup olarak ortaya çıkmışlardır.
Dünyadaki en yaygın itikadî İslam mezhebiSünniliktir ve günümüzdekiMüslüman topluluğun %80-85'iSünni'dir.[252] Sünniler,Şiilikten farklı olarak Muhammed'in ölümünden sonra halife olan ilkdört halifenin (Hulefa-i Raşidin) hepsini tanır ve dört halifeyi "doğruluk üzere olan halifeler" ve"dört seçilmiş dost" (çehâr-ı yâr-i güzîn) olaraksaygı vesevgiyle anarlar.[253][254] Sünnilikte farklı alimler farklı imamet/hilafet tanımları yapsalar da, ortak noktada herhangi bir kimsenin soyunun imameti hak ettiği fikri bulunmaz ve bu da genel olarak Şia ile arasındaki en büyük ayrılıklardandır. Nitekimimamet ve halife makamı Sünnilikte önemli olsa da, Şia'nın çoğu mezhebinde olduğu gibi itikatta bir yere sahip değildir. Aynı şekilde Muhammed'in torunuHüseyin'inKerbelâ'daöldürülmesi hadisesi genel olarak üzücü bir olay olarak kabul edilip olayın sorumlusu olanYezid, Sünni cemaat içerisinde sıklıkla yerilse ve Sünnilikte isim olarak neredeyse hiç kullanılmasa da,[255][kaynak güvenilir mi?][256] Şia'dakine benzer bir şekildeKerbelâ Olayı her yıl törenlerle anılmaz. Şiâ'daki çeşitli mezheplerde bulunana benzer birMehdi inanışı olmadığı gibi, imamet anlayışının farklılığı sebebiyle herhangi bir imamet silsilesi de bulunmamaktadır. Ek olarak, Şia'da birçok mezhebin kabul ettiği imamların üstün akli kabiliyeti, bilgi ve hikmeti olduğu, günahsız ve hatasız oldukları gibi fikirleri Sünnilikte bulunmaz.[257] Ayrıca Şia'da çoğunluk imamların sözlerini de hadis külliyatından sayarken, Sünniliktehadis külliyatı sadeceMuhammed'in sözlerini ve eylemlerini kapsar.[257]
Sünnilerin takip ettikleri akide (inanç) mezhepleri üç tanedir:Matüridilik,Eş'arilik veSelefilik.[258][kaynak güvenilir mi?] Matüridilik ve Eş'arilik arasında teorikfıkıhta yirmi kadar noktada farklılık olsa da birbirlerine çok benzerler. Bu iki mezhebin dışında, Sünnilerin takip ettiği ve her ne kadar her daim bir itikat mezhebi olarak anılmasa da, inanç ile ilgili kararlar veren bir başka mezhep deSelefiliktir. Gerek Matüridilik gerekse Eş'arilik, itikadi meselelerdemüteşabihayetleri yorumlarken akla başvursa da, Selefilik bunu doğru bulmaz ve bunun yerinemüteşabihayetleri olduğu gibi kabul eder. Ayrıca iman tanımı, Matüridilik ve Eş'arilikte büyük oranda benzer iken, Selefilikte daha farklıdır. Örneğin Matüridilikte imanda artma veya azalma mümkün değilken ve ibadet farz olsa da imanın bir parçası sayılmazken, Selefiliğe göre ise imanda artma ve azalma mevcut olduğu gibi ibadet de imanın bir parçasıdır.Sahabeleri hayırla anarlar.
Sünni fıkıh uygulamalarında temel kaynaklar iki tanedir:Kur'an veSünnet.[259][kaynak güvenilir mi?] Bu temel fikir, dört büyük fıkıh mezhebi tarafından da kabul edilmiştir.
Sünni mezhebinde mensupları tanımlamak içinEhl-i Sünnet ibaresi de sıklıkla kullanılır. Ehl-i Sünnet'e Matüridi, Eş'ari ve Selefiler dâhil edilir. Bunun dışındakilerin Ehl-i Sünnet'ten sayılıp sayılmadığı farklı âlimlerce farklı yorumlanmıştır. Örneğin İslam alimi Abdulkadir el-Bağdadî'ye göreşeriata bağlıSufiler[259] ve "ehl-i bid'ate meyletmeyen sarf, nahv, lugat ve edebiyat âlimleri"[259] de Ehl-i Sünnet'e dâhildir. Gerek Ehl-i Sünnet'te yaygın olan dört büyük fıkıh mezhebinin kurucusu sayılan âlimler, gerekse yaygın itikadi mezheplerin kurucuları, önde gelen Ehl-i Sünnet âlimlerindendirler.[259]
Şiîlik, Sünnilikten sonra dünyada en yaygın ikinci itikadî İslam mezhebidir.İslam dünyasının yaklaşık %10-20'si Şiîdir. Sünnilikten farklı olarakimamet vehilafet makamı Şiîlikte çok önemlidir ve sıklıkla itikatta geçer. Her ne kadarŞia içindeki farklı mezhepler, özellikle imamet hususunda farklı inanç ve görüşlere sahip olsalar da, Şiîler genel olarak Sünnilerden farklı olarakOsman bin Affan'ın halifeliğini kabul etmez, büyük çoğunluğuEbu Bekir veÖmer bin Hattab'ın da halifeliklerini kabul etmezler. Ayrıca büyük bir kısmı imameti tanrısal bir makam olarak görür veimamlara peygamberlerinkine benzer ek özellikler atfederler. AyrıcaAllah'ın adaletinin bir özelliği olduğuna inanılır veehl-i beytten çıkan imamlar desteklenir. Şiîler, genellikleAli taraftarı olmayansahabeleri benimsemezler.
Şiâ, kendi içerisinde birçok alt mezhebe,fırkaya bölünmüştür. Bu mezheplerin en büyüğü,Onikiciler olarak da adlandırılanİsnâaşeriyye'dir.Türkiye'deki Şiiler de bu fıkhı esas alır. İsimlerini 12 tane imamı kabul etmelerinden alırlar. İsnaaşeriyye inanışına göre, on birinci imam olanHasan el-Askerî'nin bir oğlu bulunmaktaydı, fakat on ikinci imam olacak bu çocukgayba karışmış, Allah tarafından insanların çoğunluğundan saklanmıştır.[260] İnanışa göre daha sonraMehdî olarak zuhur edecek kişi bu imamdır ve bu sebepleMuhammed el-Mehdî olarak da anılır.[260][261] Bu kola bazen İmamiyye veyaCa'feriyye de dendiği olur. NitekimAli Zeynelabidin'in oğluMuhammed el-Bakır'ın oğlu olanCafer es-Sadık'ın mezhepte önemli bir yeri vardır ve İsnaaşeriyye'nin kurucusu gibi görüldüğü de olmuştur.[262] Nitekim Muhammed el-Bakır ve oğlu Cafer es-Sadık'la birlikte İsnaaşeriyye'nin temel öğretilerinden birkaçı ortaya atılmıştır. Örneğin, imamların ilâhî bir şekilde seçildiğine, Ali'nin hakkından sonra imam olması gerekenlerinHasan bin Ali veHüseyin bin Ali olduğuna, onlardan sonra ise sırasıyla soydan gelen bir sonraki oğula aktarılmasına ve böylece babadan oğula geçerek devam etmesine inanılmıştır.[262] Ek olarak, imamların masum, yani günahsız ve hatasız olduğuna inanılmıştır.[260][262]
Aynı zamanda yoğun birMehdi inancı bulunmaktadır: Buna göre son imam kaybolmuştur, gayba karışmıştır ve Mehdi olarak çok uzun bir zaman sonra gelecek ve kurtuluşu getirecektir.[260][262] Bu temelden de kaynaklanarak, Cafer es-Sadık kendi taraftarlarına sabretmeleri, isyan ve ayaklanmalardan uzak durmaları hususunda telkinde bulunmuştur.[262] Bazı İslam tarihçilerine göre Şia'da yaygın olantakiyye, yani kişinin Şii olduğunu ve Şiilikle ilgili özelliklerini toplumdan saklayarak gizli bir biçimde yürütmesi prensibi, Cafer es-Sadık'a dayanır.[260] 1501'deŞah İsmail tarafından kurulan ŞiiSafevî Devleti, İsnaaşeriyye tarihinde önemli bir rol oynamıştır.İran'da kurulan buTürk devletinin dini resmen İsnaaşeriyye Şia'sı olmuştur ve İsnaaşeriyye bu dönemde gelişme ve yayılma fırsatı bulmuştur.[260] Daha sonraları Safevi Devleti'ne komşu durumunda olanOsmanlı Devleti'nin halifeliği ilan etmesi, hilafet bazlı Sünni-Şii gerilimi tarihte önemlidir.[260]
Bir diğer Şia kolu olanZeydiyye'nin ise kurucusu ve isim babasıAli bin Ebu Talib'in oğlu, peygamberin torunuHüseyin'in soyundan gelen ve bir fıkıh alimi olanZeyd bin Ali'dir. Zeyd bin Zeynelabidin olarak da anılan Zeyd, ayrıca Hüseyin'den sonra, Hüseyin'in soyundan gelip deEmevîler'e karşı direniş başlatan ilk kişidir.[263] Zeydiyye mezhebi ilk Şii mezheplerindendir. Bununla birlikte görüş olarak Zeydiyye Ehl-i Sünnet'e diğer Şii mezheplerine oranla daha yakındır. Örneğin Zeydiyye'de imamın ehl-i beytten çıkması bir zorunluluk değildir, fakat ehl-i beytten çıkan imam mutlaka desteklenir.[263] İmamette önemli olanın halk desteği olduğuna, soya bağlı bir sıralamaya inanılır.[263] Yine İsnaaşeriyye'den farklı olarak Zeydiyye'de imamların hatasız ve günahsız olduklarına inancı bulunmaz.[262] Ek olarak Zeyd bin Zeynelabidin Ebu Bekir ve Ömer'in imamlıklarını, Ali'ye tercih etmemekle birlikte, kabul etmiştir ve bu onun direnişine başta destek veren birçok kişinin ondan kopmasına ve Cafer es-Sadık'a yaklaşmasına da sebebiyet vermiştir.[262]Zeydiyye'nin bir önemli noktası da İsnaaşeriyye'den farklı olarak imametin sağlanmasında aktif bir yol seçilmesidir.[260] Her ne kadar her zaman bir imam olacağı görüşü olmasa da bir imam olduğu takdirde imametin sağlanması için aktif bir yol seçilir ki Zeyd kendi zamanında direnişe geçmiştir. Bugün özellikleYemen'de hâkim olan bir Şii koludur.[261]
Bunların dışında bir diğer büyük Şiî mezhebi deİsmailîliktir ve bugünkü Şiî nüfusunun İsnaaşeriyye'den sonraki en büyük ve önemli bölümünü oluştururlar.[264] Diğer Şiâ ve Sünni mezheplerine oranla İslam'ınbâtınî bir yönü olduğu inancı ve bu yönünün araştırılması, tecrübe edilmesine büyük önem verirler. Bu sebeple Şiîliğin daha ezoterik bir şeklini benimsedikleri söylenebilir.[261] Özellikle ilk dönem İsmailîlikte dinî metinlerinzâhirî vebâtınî olarak iki anlamlı sayılması vebâtınî tarafının incelenmesi çok büyük önem arz etmiştir.[264]İsmailîler, adlarınıCa'fer es-Sâdık'ın büyük oğluİsmail bin Ca'fer es-Sâdık'den alırlar.[261][264] Bazen, İsmailîliğinMustâlîlik veNizârîlik kolları da yediden fazlaimâma sahip olmalarına rağmen "Yediciler" olarak adlandırılmaktadırlar.[261] 909 yılında kurulan ve varlığını 1171'e kadar sürdürenFâtımî devleti;İsmailîler tarafından kurulmuştur.[261][264] Bu dönem İsmailîlerin altın çağı olarak da adlandırılmıştır;[264] zira bu dönemde İsmailî kültür oldukça gelişmiş, İslam medeniyetine İsmailîlerin katkısı oldukça artmıştır.[265] İsmailîler kendi içlerinde ayrı kollara ayrılırlar.[264] Bu kollardan en büyük ikisiNizârî İsmailîlik veDa'vûdî İsmailîliktir.[265]Nizârî İsmailîlikteimamet hâlâ devam etmektedir ve 2014 yılı itibarıyla, 49. imamları olan Kerim Şah'a (IV. Ağa Han) bağlıdırlar.[264] İsmailîlikte dönüm noktasını oluşturan ve Nizârî mezhebinin kurulmasına yol açan ayrışma 1409'da Fâtımî sultanı ve (onsekizinci) İsmailî imamı olanel-Müstansır-billâh el-Fâtımî'nin ölümüyle başlamıştır. Tahta geçmesi düşünülen halef olan oğulNizâr yerine tahta diğer oğulel-Musta'lî'nin geçmesiyle birlikte İsmailîlikte ayrışma baş göstermiş, İsmaili topluluğun bir kısmı, özellikle İran bölgesinde yaşayanlar ki bunların büyük bir kısmı o zamanHasan Sabbah yönetimindeydi, Nizâr'ın imametini takip etmişlerdir.[264] Diğer bölgelerde, özellikleKahire veYemen'de, kalan İsmailîler ise el-Müsta'lî'yi desteklemişlerdir.[264]Nizârî İsmâ'îlîlik özellikle İran'daHasan Sabbah önderliğinde yükselişe geçmiş, önce İran'da daha sonraları iseHindistan veAsya'nın farklı bölgelerinde yayılmış ve İsmailî halk yüzyıllarca zaman zaman isyan ederek zaman zaman mutasavvıf veya İsnaaşerî Şiiler kılığına bürünerek varlığını bugüne kadar sürdürmüştür.Müsta'liyye kolu ise daha sonralarıHâfızî veTayyibî isimli iki kola ayrılmıştır. Bu ayrışmanın sebebi Fâtımî sultanlarından ve İsmailî imamlarından olanel-Âmir'in ölümü üzerine gerçekleşmiştir ki daha sonra tahta geçen sultanların imametini takip eden grup olan Hâfızîler;Fâtımîler hükümdarlığının çöküşüyle birlikte yavaşça yok olmuşlardır.[264] Daha sonraTayyibî kolu da "Da'vudî İsmailîlik" ve "Süleymanî İsmailîlik" olarak ikiye ayrılmıştır.
Hariciler,Ali bin Ebu Talib'in grubundan ayrılarak ne onu, ne deOsman bin Affan'ıhalife olarak kabul etmişlerdir. İslam'ın en radikal gruplarını oluşturan bu mezhep grubunun çoğunluğu çeşitli günahları işleyen kişilerin kâfir olduğuna ve katledilmeleri gerektiğine inanmıştır. En "aşırı"ları, yalnızca kendi mezheplerinden olan Haricileri kabul etmiş, diğer Haricilerin de katlininfarz olduğuna inanmışlardır. Tabiatıyla kendileriAbbasiler devrinde öldürülmüşlerdir. Bugün bu mezhep grubuna bağlı kimselerden sadeceUmman'dakiİbadiler kalmıştır; fakat bu grup, Haricilerin en ılıman olan grubunu oluşturur.[266]
Sıffin Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan Hariciler bir dönem sık sık isyan ederekEmevi Devleti için tehlike oluşturmuşlardır. Sıffin Savaşı'nda önce Ali'nin hakem ile tayini kabul etmesi sebebiyle bir grup ayrılmış ve Haruri olarak anılan ilk Haricileri oluşturmuştur.[267] Sıffin Savaşı ve hemen sonrasında hakemlik fikrine sıcak bakanların bir kısmı da daha sonra hakeme gitmenin dinden çıkaran bir tür günah olduğu kararına varıp, tövbe etmiş ve Haricilerin saflarına katılmışlardır.[267] İsyan amacı gütmeyen ve ayaklanmayan bu ilk grup sadeceAli bin Ebu Talib taraftarları veMuaviye taraflarından ayrılan, üçüncü bir grup oluşturan ayrılıkçı bir gruptur.[267] İlk dönemdeki Haricilereel-Şurat da denmekteydi.[267] "Satan" anlamına gelen sözcük genelde Haricilerin kendileri için kullandıkları bir isimdi ve Allah'a ve Allah'ın yoluna ruhlarını sattıkları, verdikleri anlamını ima etmekteydi.[267] Bu ilk dönem Haricilerinin büyük çoğunluğuBedevilerden oluşmaktaydı.[267] Muaviye'ye karşıt eylem hazırlığında olan Ali Haricileri kendiyle birlikte savaşmaya çağırmış fakat olumsuz yanıt almıştır. Nitekim daha sonra gerçekleşenNahrevan Savaşı'nda Ali taraftarları veHariciler savaşmıştır. Bu savaşta Hariciler ezici bir yenilgiyle karşılaşmış ve büyük kayıplar vermişlerdir.[266][267] Nitekim bu savaş sonucunda Ali'nin taraftarları ile Hariciler arasındaki ayrılık iyice keskinleşmiştir ki Ali'nin ölümü de birHarici olanAbdurrahman İbn-i Mülcem'in onu katletmesi sonucu gerçekleşmiştir.[266] Hariciler, Ali'nin ve Ali taraftarlarının yenilgisinden sonra başa geçen Emevilere karşı büyük saldırılar gerçekleştirmişler, zaman zaman belirli bölgelerin kontrollerini ele geçirmişler hatta kısa bir süreliğineMekke veMedine'yi de ele geçirmişler, zaman içinde geniş ordulara sahip olmuşlardır. Bu dönemlerde en yaygın ve geniş kitleEzarika veİbadiyye idi; özellikleEmevilerin çöküşe geçtiği dönemde Harici saldırıları güçlenmiş ve sıklaşmış, İbadiyye kolu bu saldırılarda başı çekmiştir.[267] Devletin başınaAbbasiler geçtikten sonra da Harici isyan ve saldırıları devam etmiştir.
Hariciler kendi içlerinde birçok kola bölünmüşlerdir. Bu kollardan bir dönem en büyük çoğunluğa da sahip olan ve en aşırısı sayılanEzarika, Harici tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu kolun isim babası ve taraftarlarının takipçisi olduğu kişiNafi bin el-Ezrak'tır. Ezarika kolundan olan Hariciler, Harici olmayan tümMüslümanları, çocuklar dâhil, katletmenin helal olduğuna inanırlardı.[267] Diğer büyük Harici kolu sayılan ve bugüne kadar varlığını kitlesel bir şekilde sürdürebilmiş tek Harici kolu olan İbadiyye[266][267] ise Ezarika'ya oranla daha ılımlı olduğu gibi Ehl-i Sünnet'e de diğer kollara oranla daha yakındır. Bugünİbadiyye özellikleUmman'da yoğun olarak bulunmaktadırlar.[268] Umman dışında,Kuzey Afrika veZengibar'da da bulunmaktadırlar.[267]
Harici inanışı itikadî meselelerde Sünni ve Şia'ya oranla farklılıklar içerir. Örneğin Harici inanışında şeriatın bir emrine uymamak veyaşeriatta yeniliğe gitmek büyük birgünah sayıldığı gibi bu günah sebebiyle kişininküfre girdiğine ve tövbe etmesi gerektiğine yoksa bir kâfir olarak ölmüş olacağına ve (birçok Harici mezhebine göre) katlinin helal olacağına inanılır.[267] Buradan hareketle üçüncü halifeOsman bin Affan'ın katillerini temiz görmüşler,Ebu Bekir veÖmer ibn Hattab'in ise hilafetlerini kabul etmişlerdir.[267] Şeriatı sıkı bir şekilde takip etmeye çalışıp, ibadete büyük önem verirler.[269][kaynak güvenilir mi?] İlk itikat mezhepleri arasında ihtilafın yaşanmasına konu olan kader konusunda her ne kadar kadere inanmış olsalar da,Eş'ariyye'nin kurucusuel-Eş'ari,Mu'tezile'nin görüşünü benimsediklerini rivayet etmiştir.[267] Kader konusu özellikle İbadiyye mezhebi arasında tartışma konusu olmuştur. Ebu Ubeyde'nin imam olduğu dönemde, İbadiyye mezhebinde kader konusu tartışılmış,Ebu Ubeyde Allah'ın her şeyi bildiği her şeye gücünün yettiğini fakat kişilerin eylemlerini ve olayları belirleyen olmadığını, kişilerin bunları kendi iradeleriyle belirlediğini ilan etmiştir.[267]
İnanç mezhepleri veyaİtikadi mezhepler kategorisi, diğerlerine oranla daha geniş olmakla birlikte, bir mezhep olarak tanımlanabilecek kadar gelişmiş olan beş mezhep, genelde bu kategoride zikredilir. Bunlar:Mürcie,Mutezile,Eş'ârîlik,Mâtûridîlik veSelefîliktir. Bunların dışındaKaderiyye,Cebriyye,Müşebbihe veMücessime gibi mezhepler de bulunur; bununla birlikte bu mezhepler diğerlerine göre çok daha küçüktür ve son üçü bugün varlığını koruyan temel siyasi mezhepler olan,Sünnilik veŞia tarafından İslam dışı kabul edilir.[270]Bu mezheplerden ilki sayılanMürcie diğer gruplar tarafından, imanlı kişinin günahının önemli olmadığını öne sürmesi başta olmak üzere çeşitli itikadi görüşleri sebebiyle Müslümanların çoğunluğu ve diğer mezheplerce İslam dışı kabul edilir. Mürcie isminin kökeni "ertelemek", "umut vermek" anlamlarına gelen irca köküdür.[271][272][273] Nitekim bu hareket ilk kez Osman'ın halifeliği sırasında, iç çekişmeler ve gerilimler yaşanmaya başlayınca çıkmış ve dünyada kişilerin yaptıkları kötülüklerin veya büyük günah işleyenlerin hesabını öteki dünyaya (ahirete) bırakma,erteleme fikrinden köken almıştır.[271][272] Ayrıca Mürcie mezhebinin ana görüşü olan imanlı kişinin hangi günahı işlerse işlesin azap görmeyeceği ve günahlarının imanının yanında bir etkisinin olmadığı inancı[273] da isimlerinin kökeni olan "irca"nın "umut vermek" anlamıyla ilişkilendirilebilir.[271] Başlarda Mürcie mezhebi Osman ve Ali gibi kişilerin Hariciler tarafından kâfir olarak görülmesine karşı bir tepki olarak doğmuştu ve günahın etkisiz olduğu fikrine sahip değildi;[271][274] sadece müminler için sonsuz azap olduğunu reddetmekteydiler ki bu Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğunun da görüşüydü.[271] Bununla birlikte zaman içinde Mürcie bu hususta daha uç bir noktaya gitmiş ve imanlı kişinin günahlarının tamamen önemsiz olduğu fikrini ortaya atmışlardır. Genel olarak Mürcie mezhebi Haricî mezhebinin tam diğer uçtaki aşırı dengi olarak görülmektedir.[271][273][274]
Mutezile mezhebi bu mezheplerin arasında en akılcı olandır[275] ve genel olarak Ehl-i Sünnet içerisinde hoş karşılanmaz; tekfir edildiği de olmuştur. Mutezile mezhebi her ne kadar bugün pek yaygın olmasa da, özellikleAbbasiler döneminde güçlenmiştir.[275] Mutezile'de akıl ile nass (örneğin bir ayet) çelişkili durduğunda nass akla uygun olacak şekilde tevil edilir (yorumlanır). Mutezile'nin bu tutumu özellikle gelenekçi akımlardan büyük eleştiri almıştır. Mutezile mezhebine bağlı kişilerin inandıkları belirli esaslar bulunmaktadır, bunların başlıcaları şu beşidir:Tevhid, adalet, söz ve tehdit (el-Va'd ve el-Va'id), iki konum arasındaki bir konum (El Menzile beyne'l-menzileteyn) ve iyiliği emretmek-kötülükten menetmek (Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker).[276][275] Bu beş esasausûlü'l-hamse denir.[275] Tevhid esası Allah'ın varlığı ve birliği anlamındayken adalet esası kader tartışmasıyla ilgili ve Cebriyye'ye bir tepki olarak doğmuş bir esastır.[275] Buna göre insan fiilerinde tamamen hürdür ve fiilerini, Allah'ın ona bahşettiği bir güçten yararlanarak, kendi yaratır. Mutezile argümanlarına göre eğer kişinin durumu bu olmasaydı da Allah onun fiilerini yaratmış olsaydı, kişi davranışlarında hür olmasaydı, Allah'ın kişiyi davranışlarından, fiilerinden dolayı cezalandırması adil olmazdı. Oysaki İslam anlayışına göre Allah adaletin kaynağıdır.[275] Nitekim bu esasın ismi de buradan doğmuştur.Söz ve tehdit yani Arapça özgün tabiri ileel-Va'd ve el-Va'id ise Mürcie mezhebine tepki olarak ortaya çıkmıştır ve Allah'ın sevap işleyenlere söz verdiği (vadettiği) iyiliğin, günah işleyenlere ise tehdit ettiği cezanın gerçekleşeceğini kastetmektedir. Mutezile mezhebinin bu husustaki mantığı Mürcie mezhebinin tam zıddıdır ve şöyle ilerler: Eğer kişinin imanı yanında günahları etkisiz olsaydı Allah'ın günahlara karşı insanları azap ile korkutması anlamsız olurdu; bu sebeple Allah'ın vadettiği iyilik de ceza da kaçınılmazdır.İki konum arasındaki bir konum esası isesöz ve tehdit esasıyla ilişkilidir; buna göre büyük günah işleyen Mümin tövbe etmeden ölürse azap görür. Bununla birlikte bu kişinin (büyük günah işlemiş Müminin) konumu kâfirlik değildir; bu kişiyefasık denir veiman ileküfür arasında bir konum olduğuna inanılır ve nitekim esasta ismini bundan almıştır.[276]Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker yaniiyiliği emretmekten ve kötülükten menetmek ise Mu'tezile'de önemli bir yere sahip bir esastır. İnananların birbirlerine iyiliği tavsiye etmeleri, emretmeleri, kötülükten ise alıkoymaları, men etmeleri anlamına gelmektedir. Mu'tezile'nin bu beş ana esasını ilk ortaya atanın Mutezili düşünürEbu'l-Huzeyl olduğu düşünülmektedir.[276] Her ne kadar Mutezile bugün ayrı bir itikadi mezhep olarak yaygın olmasa da, önemli Şia kolları, Zeydiyye ve İsnaaşeriyye, Mutezili görüşlerin çoğunluğunu kabul etmiştirler ve bu sebeple itikadda Mutezili bir tavırları vardır.[275][276] Mutezililerin birçoğu fıkıh mezhebi olarak (yani amelde) Hanefi mezhebine bağlıdır.[275]
Akla itikadi konularda verilen değer ve akıl bazlı bir metodolojinin itikadi yorumlama ve kararlar için kullanılması hususunda, Selefilik Mutezile'nin tam zıddı konumda bulunan bir itikat mezhebidir. Selefiliğe göre nakillerin zahirî (görünen, sözlük veya terim anlamı) ele alınır ve hiçbir nas tevil edilmez.[277] Takdis, tasdik, aczini itiraf etmek, sükût, imsak, keff ve marifetin ehlini teslim Selefîliğin başlıca esaslarıdır.[277]
Aklın itikaddaki yeri hususunda Matüridilik ile Eşarilik bu iki mezhebin ortasında bir konumda yer alsalar da, Matüridilik akla Eşariliğe oranla daha fazla yer ve ağırlık verir. Ehl-i Sünnet'te en yaygın ve başlıca itikadi mezhepler Matüridilik ve Eşariliktir.[278] Matüridilik özellikleEbu Hanife'nin itikadi konulardaki görüşlerinden etkilendiği için bazı bilim insanları bu mezhebi Hanefiliğin itikadi açıdan devamı saymışlardır.[278] Kurucusu, mezhebe ismini veren,Ebu Mansur el-Matüridî'dir.[278] Eşariyye veya Eşarilik ise ismini kurucusu olanEbu Hasan Eş'ari'den almaktadır[279] ve özellikle Mutezileye karşıt bir tepki olarak doğmuştur. Nitekim bu tepki daha sonraları, İslam filozoflarına da kaymış, Eşari kelamcıları ile İslam filozofları arasında önemli tartışmalar yaşanmıştır.[279] Her ne kadar Eşarilik ile Matüridilik birbirlerine benzeseler ve çok yakın olsalar da, özellikle ayrıntılarda ve çeşitli hususlarda birbirlerinden ayrılmıştırlar. Amelde Maliki ve Şafii olanların çoğunluğu Eşariyken Hanbeli ve Hanefi olanların küçük bir kısmı Eşaridir.[279]
Fıkıh mezhepleri,İslam hukuku olan fıkhın farklı yorumlanması nedeniyle oluşmuş mezheplerdir. Bunlar temelde itikadî konularla yani inanç esaslarıyla ilgilenmeseler de, İslam hukukunda kullandıklarımetodolojiye yakın bir metodolojiyi kullanan çeşitli itikadî mezheplerle yakınlaşmışlar, belirli itikadî fikirleri savunmuşlardır. Nitekim zaman zaman fıkıh âlimleri itikadî eserler de vermiştir; örneğin bir Sünni fıkıh mezhebi olan Hanefîliğin kurucusu konumundakiEbu Hanife'nin çeşitli itikadî fikirleri bulunmaktadır ve kendinden sonra gelen bazı itikat, kelam alimleri bu fikirleri kullanmışlardır.[280]
Caferilik isminiAli bin Ebu Talib'in torunlarından olanfıkıh alimiCafer-i Sadık'tan almaktadır. Her ne kadar mezhep genel olarak bir Şii ya da Alevi mezhebi sayılsa da Cafer-i Sadık Sünnilerce önem verilen bir âlimdir. Nitekim kendi, Sünnilikte önemli bir yere sahip, kendi adlarına ekol bulunan çeşitli fıkıh alimlerine, örneğin Hanefiliğin isim babasıEbu Hanife ondan ilmî açıdan yararlanmıştır. Fıkhî açıdan Caferîlik (veya İsnaaşeriyye) Sünni fıkıh mezhepleriyle benzer kaynaklara ve metodolojilere dayanır. Bununla birlikte özellikle fakihlerin (fıkıh bilginlerinin) ağırlıkları ve önemleri, Sünni mezheplere oranla çok daha önemli bir etki ve yere sahip olmuş, Sünni mezheplerden farklı olarak önemli bir hiyerarşik yapıyı ortaya çıkarmıştır.[284]
Sünnî fıkıh okullarından olanHanefîlik ismini, temel aldığı alim olanEbu Hanife'den alır[280][281][282] ve bugün dünya çapında en yaygın olan fıkıh mezhebidir.[286] Ebu Hanife'nin metodu akılcı bir yaklaşım izler ve Sünnî fıkıh mezhepleri arasında bir fıkhî yol olarak kıyasa en çok değer veren mezheptir.[284][286][287] Ayrıca fıkıh mezhepleri arasındaki en liberal mezhep olduğu görüşürü yaygındır.[286] Her ne kadar mezhebin kurucusu olarak Ebu Hanife ismi zikredilse de, mezhebin gelişiminde Ebu Hanife'nin iki öğrencisiEbu Yusuf veMuhammed bin Hasan eş-Şeybanî'nin rolleri büyüktür ve bu iki imama birlikteimameyn lakabı takılmıştır.[280][287] Nitekim Hanefîlikte daha sonraları, imameynin ortak görüş belirttiği ve görüşlerinin Ebu Hanife'den farklı olduğu durumlarda, imameynin görüşleri kabul görmüştür.[288]Orta Asya ülkelerinde,Hindistan,Pakistan veAfganistan gibi ülkelerdeki Sünni nüfusta yaygın olan Hanefilik, ayrıcaOrta Doğu'daTürkiye veIrak gibi ülkelerde de oldukça yaygındır.[287]
Malikîlik ismini fıkıh alimi ve hadis alimi (muhaddis) olanMalik bin Enes'den alan bir Sünni fıkıh mezhebidir.[281][282] Temel fıkıh kaynaklarına yaklaşımı Ebu Hanife'ninkine benzemektedir. Her ne kadar re'y ve kıyasla hiç hükmetmediği iddiaları doğru olmasa da, re'y vekıyası sık kullanmamıştır. Malikicmayı diğer alimlerden daha sık kullanmıştır ve Malikîlikte icma diğer mezheplere oranla daha sık kullanılagelmiştir. Ayrıcasahabe kavli, sahabelerin icraatları ve maslahatlar Malikî mezhebinde diğer mezheplere oranla daha önemli bir kaynak teşkil eder ve daha önemli bir yere sahiptirler. Bugün dört mezhepten üçüncü en büyüğü olan Malikîlik özellikleKuzey Afrika veBatı Afrika'da yaygındır.[282]
Şafiîlik isminiel-Şafiî (Muhammed bin İdris Kureyşî) isimli fıkıh alimden alan bir Sünnî fıkıh okuludur.[281][282] Gerek Ebu Hanife gerekseMalik'ten (Malik bin Enes) oldukça etkilenmiş olan el-Şafiî aynı zamandaUsûl'ül-Fıkıh yani Fıkıh Usûlü ilminin de kurucusudur.[281] İtikadda ŞafiîlerEşariliği takip ederler. Bugün ŞafiilikMısır,Somali,Yemen,Hicaz,Endonezya,Malezya veEtiyopya gibi birçok ülkede yaygındır.[282] Ayrıca Hindistan'ın bazı bölgelerinde de Sünnî Müslümanlar arasında yaygın bir mezheptir.
Sünnî fıkıh mezheplerindenHanbelîlik adını fıkıh âlimi ve muhaddisAhmed bin Hanbel'den almaktadır.[281][282][289] Ahmed bin Hanbel aynı zamandaSelefîlik ekolü içinde önemli bir yere sahiptir. Hanbelîlik mantıkî metodolojilere en düşük önemi veren fıkıh mezhebi sayılabilir;[284] nitekim özellikle ilk dönemlerde çoğu akılcı metot ve fikri reddetmişlerdir.[289] Eğer bir hususta Kur'an'da vesahih hadislerde bir karar bulunmuyorsasahabe kavline, eğer sahabe arasında bir ihtilaf varsa Kur'an ve Sünnet yönünden en güçlü olan tarafın kararına uyulur. Eğer bunların hiçbiri mümkün değilse fakat zayıf bir hadisin varlığı mümkünse, zayıf hadisi takip edilir. Eğer bu da mümkün değilse, en son çare olarakkıyasa başvurulur. Bugün özellikle Arap yarımadasında yaygın olan mezhep[282] aynı zamanda tarih boyunca farklı ekolleri etkilemiştir. Örneğin çağdaşVahhabilik hareketi Hanbelîlikten büyük ölçüde etkilenmiştir.[282][289]
Bugün müntesibi bulunmayan fakat birçok konuda hâlâ etkilerini sürdüren bir başka fıkıh mezhebi deZahiriyye'dir.[285] Bazen belirli tarihî dönemler içinSünnî gelenek içerisindeki beşinci fıkıh mezhebi olarak anıldığı da olur. KurucusuDavûd el-Isbehânî olan mezhep, fıkıhta aklî metodların çoğunluğunu reddetmesi ve nassların (ayet ve hadislerin) görünen anlamlarını (zahirî anlamlarını) temel alması sebebiyleZâhîrîyye olarak adlandırılmıştır.[284][285] Mezhebin gelişiminde büyük rol oynamış ve özellikleEndülüs'te yayılmasına sebep olan başlıca alim iseEbû Muhammed İbn Hazm'dır. Her ne kadar etkisini yitirse ve zaman içinde kitlesel varlığını kaybetse de, 20. yüzyılda da çeşitli fıkhî eserlerindeZahirî etkisi ve fıkıh anlayışı devam etmiştir.[285]
Diğer grup ve mezhepler
Çeşitli mezhep ve gruplar, bazı âlimlerce mezhep, bazılarınca ayrı bir din bazılarınca ise dinî farklılıklardan ziyade etnik farklılıklarla ayrışmış gruplar olarak kabul edilirler. Zaman zaman bir mezhep olarak ortaya çıkan ayrı gruplar, zaman içinde gelişerek yeni bir din olmuşlar ve İslam'dan ayrılmışlardır.
Etnik unsurların ve kültürün mezheplerle ve İslam ile kaynaşması sonucu oluşan gruplara bir örnek bugün Türkiye sınırları içerisinde kalan, Anadolu'daki, Alevîlerdir. Anadolu Alevîleri,İran'daki Alevîler farklı olduğundan İran'dakiler, Şiîliğin bir mezhebi sayılırken Türkiye'deki Alevîlerin ayrı din olarak görenler de vardır ve ayrı bir din mi yoksa bir mezhep mi olduğu tartışma konusudur. Zaman zaman Anadolu ve Balkan Alevîlerinin Şia'nın İsnaaşeriyye kolunun Türkî bir yorumu olarak kabul edildiği iddia edilir.
Alevîlik, Sünnîlikten sonra Türkiye'de en yaygın ikinci mezheptir. Sıklıkla ansiklopedilerde ve bilimsel kaynaklarda Şiiliğin Türkiye'deki bir mezhebi olarak tanımlanır.[290] Çıkış noktasıİsnaaşeriyye Şiiliği olmasına rağmen uygulamada ve anlayışta oldukça büyük farklılıklar içerdiği[291] gibi Türk kültür ve geleneklerinden büyük oranda etkilenmiştir; özellikle Alevi büyükleri antik Türk inançlarından, örneğin kamcılıktan, Aleviliğin büyük ölçüde etkilendiği ve çeşitli unsurlar barındırdığını ortaya atmışlardır.[290] Nitekim Batılı kaynaklarda Alevilik, "Türk veya Osmanlı Şiiliği" olarak adlandırılır.Alevî sözcüğünün kökeni Ali bin Ebu Talib'in taraftarı anlamına dayanır ki Şiilikte peygamber sonrası ilâhî bir şekilde seçilmiş olan halifenin Ali olduğu inancı Alevilikte mevcuttur.[291] Bununla birlikte kendine has özelliklerinden ötürü, diğer bazı Alevi olarak adlandırılan gruplar gibi (örneğin,Dürziler veNusayriler), Şiilik ve Sünnilik dışı ayrı bir mezhep olarak da görüldüğü olmuştur.[291] Ek olarak Alevîlik Türk (Orta Asya ve Anadolu)Sufî gelenekleri ve tasavvuf akımlarından büyük oranda etkilenmiş, Şii unsurların çoğunluğu tasavvufî kavram ve unsurlarla bütünleşmiştir. Bunların dışında çeşitli Türk ve İslam kültürleri dışı etkilerin ve kökenlerin de olduğu bilim insanlarınca öne sürülmüştür:Gnostikler,Zerdüştlük,Manihaizm (Mani dini) vepanteizm gibi.[290] Aleviliğin tanımlamasında son yıllarda Aleviliği ayrı bir din (veya İslam dışı) gibi görme tartışmaları ortaya çıkmış olduğu gibi,[291] bazı bilim insanları Alevileri bir dinî azınlıktan ziyade etnik bir azınlık olarak görmüş ve tanımlamıştırlar.[290] Aleviliğin Türk kültürüyle sık sık bağdaştırılması ve zaman zamanTürk İslamı olarak yorumlanmasının, özellikle Kürt-Alevi etnik grubu bazlı ayrılıkçı hareketlere karşı geliştirildiğini savunan bilim insanları da olmuştur.[292]
Alevilik özellikle Bektaşilik ile büyük ölçüde paraleldir ve bugün iki isim sıklıkla birbiri yerine kullanılır.[293] Bununla birlikte Bektaşilik daha ziyade bir tasavvuf tarikatıdır ve temel nitelikleri, özellikleri de tasavvufîdir.[290] Nitekim Aleviliğin Bektaşilikle iç içeliği sonucu birçok tasavvufî öğe, Bektaşî geleneği Aleviliğe dâhil olmuştur. Cem ayinleri, dede, pir ve mürşitlerin eğitiminde kurtuluşa erecek Sufî yolun takip edilmesi,[290] her ne kadar her Alevi tarafından sıkıca takip edilmese de, Bektaşilik ile Aleviliğin paylaştığı temel unsurlardandır. Bektaşî-Alevî geleneğinde, tasavvufî unsurlarla bütünleşmiş yolu benimseyenlerle, etnik olarak ilgili gelenekten olanlar arasında ayrım yapılır: Hacı Bektaş'ın yolunu takip eden Bektaşi-Alevilere Yol Evladı tabiri kullanılırken, etnik olarak gelenekten olanlara Bel Evladı tabiri tercih edilir.[290]
Alevîler'in ibadet yericemevidir.[292][293] Aslen Bektaşî geleneğinde bir tür inisiyasyon ritüeli olan cem ayini (ayin-i cem) Alevi ibadetinde çok önemli bir yer tutar[290] ki nitekim liturji açısından İsnaaşeriyye ile Alevilik arasındaki büyük farklılıkların bir göstergesidir.[291] Cem ayinlerinde birçok Şii temelli sembol bulunur: Kötü bir sonla karşılaşan imamlar Hüseyin ve Hasan'a atfen on iki mum söndürülür, özellikle On İki İmam, Kerbela gibi şeyleri konu edinennefesler söylenir vesemah yapılır.[290] Şii ve Sünnilerin genelinden farklı olarak Ramazan ayındaoruç tutmazlar.[291][293] KendileriMuharrem ayının 10'unda, üçüncü imamHüseyin'inKerbela'da öldürüldüğü günü oruç tutarak geçirirler.[291] Nitekim Şiiler ve Sünnilerce uygulanan ve Sünnilere ve her iki grup tarafından da İslam'ın şartlarından kabul edilenhac da Aleviler tarafından uygulanmaz. Alevilikteki davranışsal temel ise ünlü bir Alevi deyişiyle şöyle tanımlanmıştır: "eline, diline, beline sahip ol".[290]
Türkiye'de bulunan Şiilerin ve dolayısıyla Alevilerin nüfusunun kaçta kaçını oluşturduğu net olarak bilinmemektedir;[294] bununla birlikte Caferilerin ve Alevilerin toplamda nüfusun %7 ile %30 arasında bir kısmını oluşturduğuna yönelik tahminler ve çalışmalar bulunmaktadır.[295] BirAB raporuna göre Türkiye'de 15-20 milyon Alevi bulunmaktadır.[296] Birçok Alevi yazara göre de Türkiye'deki Alevi nüfusu, Türkiye toplam nüfusunun üçte biri kadardır ki bu yaklaşık 20 milyon veya üzeri bir rakama işaret eder.[297] Bununla birlikte daha düşük tahminler de yapılmış. Bu tahminlere göre Alevi nüfus daha ziyade 10 veya 12 milyon civarıdır;[297] bununla birlikte nüfusa oranı %10'un altına düşüren, net sayıyı 5 milyon civarında tespit eden başka tahminler de vardır.[294] Alevilik tanımının göreceli yönlerinin bulunmasından dolayı tüm tahminlerin doğruluk payı olduğu fikrini ortaya atan bilim insanları da olmuştur.[294]
Tasavvuf veyaSufizm birmezhep olmamakla birlikte, kendine birçok farklı mezhepte yer bulmuş,çileci, zaman zamanezoterik,monistik veyapanteistik yönleri de olantarikat ya da İslam akımıdır. Tasavvuf veya Sufi kelimelerinin kökeni konusunda ihtilaf olduğu gibi ortaya çıkışı hususunda da ihtilaf vardır. Din bilimleri açısından tasavvuf akımının hicrî ikinci yüzyıldan itibaren başladığı özellikle İslam'ın yaygınlaşması ve yeni toprakların İslam devletine katılmasıyla birlikte yaygınlaştığı bilinmektedir.Cabir bin Hayyan,Ebu Haşim el-Kûfî veAbduk es-Sûfî birçok araştırmacı tarafından ilk mutasavvıflardan sayılmışlardır.[298][299] Tasavvuf akımı kendinden önce ve sonra ortaya çıkan farklı dini veyamistik akımlardan büyük ölçüde etkilenerek ortaya çıkmıştır.[300][301][302] Nitekim tasavvuf tarihçelerinde, Antik Çağ'dan tanınmış bazı âlim ve düşünürler, özellikleHindistan veMısır'daki gizemci bazı mezhepler ve felsefeler övülmüş, tasavvufla ilişkilendirilmiş bu felsefelerin tasavvufî düşünceyle ortak bir paydada buluştuğu ifade edilmiştir;[303] Örneğin, batı mistiklerinden Pisagor, birçok mutasavvıf ve eser tarafından sıklıkla övülmüş, tasavvufla ilişkilendirilmiştir.[304]Oryantalist De Lacy O'Leary tasavvufun üzerinde oturduğu temel eylemler, davranışlar ve kavramların İslam'da bulunmadığını ve dışarıdan İslam kültürüne geldiğini iddia etmiştir.[305][306] Bu fikirler mutasavvıflar arasında bazen kabul görüp, bazen görmemektir. Genelde mutasavvıflar tasavvufî görüşlerin ve kavramların Kur'an temelli olduğunu ve peygamber ile sahabe zamanında olduğuna inanırlar. Tasavvufî düşünce kendi içinde birçok gruba ayrılır ve bu grupların her birinetarikat denir. Tarikatlar, geçmişlerinin peygamberin zamanında yaşayan Müslümanlardan birine kadar gittiğini iddia ederler ve o zamandan günümüze kadar düşüncesel anlamda önderlik etmiş şahısların bir silsilesini oluştururlar. Bazı din bilimciler Batı'dakipanteistik düşüncelerle tasavvuftaki ontolojik düşüncelerin benzerliğini savunsa da, birçok mutasavvıf bunu reddetmiştir. Nitekim tasavvuftaontolojik yapı tarikatlar arası farklılık göstermektedir.
Tasavvufun temelinde sıklıkla, Allah'ın tek olduğu, sadece tanrısal anlamda değil varlıksal anlamda da tek olduğu, onun dışında hiçbir varlık bulunmadığı, evrenin ve içindeki canlı cansız her şeyin Allah'ın varlığının bir yansıması olduğu fikri yatar (Vahdet-i Vücut, Panteizm). Bu noktada ontolojik anlayış çoğu tasavvufî akımda benzer olsa da, ayrıntılarda farklar görülür. Tasavvufta Kur'an'da hayatın her alanında zahirî (görünen) şeylerin ardında kalan daha derin bir anlam olduğu fikri egemendir. Bunun dışında özel birzühd kavramı vardır ve mutasavvıflar hayata dair zevklerden ruhanî zevklere ulaşabilmek için kaçınmalıdırlar. Yoğun bir çilecilik anlayışı mevcuttur fakat bu çileciliğin tezahürleri tarikattan tarikata farklılaşabilir. Tasavvufta farz ve nafile ibadetlerin dışında uzun toplu veya bireyselzikir önemli bir ibadettir. Ayrıca tasavvufta, kişinin kendini tasavvufî anlamda geliştirmesi için, bir şeyhe bağlanması şarttır. Tasavvufa göre kişi tasavvufta ilerledikçe çeşitli varlıksal mertebelerden geçer ve sonunda kemâle erer. Ayrıca beden ve nefis doğaları gereği kötü ve hakir görülür, nefse ve bedensel ihtiyaçlara sıklıkla yenilecek bir düşman, aşılacak bir engel olarak bakılır. Buna göre Allah'ın bir parçası olan ruhun, onun varlığında farkındalığına kavuşması için bunlar şarttır. Nitekim bu da çileciliğin tasavvuftaki yerinin sebeplerindendir. Ayrıca tasavvufta Allah'a karşı duyulan ve önemli bir yeri olanaşk kavramı mevcuttur. Nitekim sıklıkla yapılan ibadetlerin cennet arzusu veya cehennem korkusu yerine bu aşk uğruna yapılması gerektiği vurgulanır. Bu aşk kavramı tasavvuf edebiyatında da kendine önemli bir yer bulmuştur ve gerek Allah'tan gerekse Muhammed'den tasavvuf edebiyatında sıklıkla sevgili olarak söz edilmiştir.
Tasavvuf, özellikleşeyh-mürid ilişkisi ve barındırdığı çeşitli ontolojik fikirler (örneğinvahdet-i vücud) sebebiyle zaman zaman çeşitli din âlimlerince kınanmış ve hatta tekfir edilmiştir. Bu âlimlere bir örnekİbn Teymiye'dir.Gazali gibi bazı İslam âlimleriyse tasavvufî görüşe hak vermiş ve İslam dairesi içinde, saf ve hakikî bir yol olduğunu savunmuş, tasavvufun gelişimine katkılarda bulunmuştur.
Tasavvufun İslam kültüründeki yeri büyüktür ve gerek Sünnî gerekse Şii topluluklarda önemli bir yer tutar.Tasavvuf edebiyatı ve musikîsi İslam kültüründe önemli bir rol oynamıştır. Tarih boyunca birçok tanınmış mutasavvıf şair vardır ve gerek tasavvuf edebiyatı gerekse Doğu edebiyatında önemli bir yere sahiptirler. BunlaraCelaleddin-i Rumî,Şeyh Galib,Feridüddin Attar,Hâfız,Sadi Şirazi,İbn Ferid veYunus Emre gibi isimler örnek olarak verilebilir.
Dünyada Müslümanlar
Müslümanların yeryüzündeki dağılımını gösteren,Pew kuruluşuna ait bir harita.
Demografi
İslam dini, 2 milyarı aşan inananıylaHristiyanlıktan sonra dünyanın en yaygın ikinci dinidir.[307]
Dünyadaki Müslümanların çoğuOrta Doğu'da,Afrika'nın ortasında ve kuzeyinde,Asya'nın batısında ve güneydoğusunda veBalkanlar'da yaşamaktadır. AyrıcaAvrupa,Avustralya veAmerika gibi diğer kıtalarda da on milyonlarcaMüslüman yaşamaktadır. Müslümanların yarısından fazlasıAsya'da, %25'iOrta Doğu veKuzey Afrika'da yaşar; ama bugün dünyanın neredeyse her ülkesinde Müslüman topluluklar vardır.[20][24]
Dünya nüfusunun yaklaşık %25'ini kapsayan İslam dini,[23] en büyük dinlerden biri olarak varlığını sürdürmektedir. Müslümanların %80-90'ıSünni, %10-20'si deŞii'dir.[20] Yaklaşık 50 ülkenin nüfusunun çoğunluğu Müslüman'dır.[20] BunlarınSuudi Arabistan,Afganistan,Pakistan veİran'ı kapsayan bir avuç kadarışeriatı temel alan İslam devleti olarak kabul edilir.[20] Diğer ülkelerin çoğu, büyük bölümüOrta Doğu'da olmak üzere, İslam'ı sadece resmi devlet dini kabul eder (Irak,Cezayir,Fas,Mısır...).[20] Bazılarının ise ağırlıklı olarak Müslüman bir nüfusu amalaik yönetimleri vardır (Arnavutluk,Türkiye,Senegal,Bosna-Hersek...).
Endonezya, dünyada en büyük Müslüman nüfusa sahip ülkedir; Müslümanların yaklaşık %13'ü (231 milyon) orada yaşamaktadır.[23][308][309] Onu sırasıylaPakistan,Hindistan veBangladeş izlemektedir.[20] Nüfusunun %100'üne yakını Müslüman olanSuudi Arabistan, Müslüman nüfusun tüm nüfusa oranı bakımından dünya birincisidir.[310]Hindistan ise, sayısal açıdan dünyanın en büyük Müslüman azınlık nüfusunun (yaklaşık 195 milyon) yaşadığı ülkedir.
NOT: Belirtilen rakamlar yaklaşık olup, 2022 yılı verilerini göstermektedir.
Gelecek yıllarda Müslümanlar
İslam, dünyada en hızlı büyüyen dindir.[312]ABD'li araştırma şirketiPew Research Center'ın 2017'de yapmış olduğu bir araştırmaya göre İslam dini, en çok 2070 yılındaHristiyanlığı geçip dünyanın en kalabalık dini olacak, yaklaşık 2.9 milyarlık bir nüfusa ulaşacak veKuzey Amerika ileAvrupa kıtalarında Müslüman nüfusu artacaktır.[312] Bazı öngörülere göre ise, budemografik değişimin 2050 yılına kadar gerçekleşmesi beklenmektedir.[313]
İslamî sanatlar, İslam kültürünün büyük bir bölümünü oluştururlar.[314] İslamî sanat(lar) terimi, görece yeni bir terimdir ve genel olarak modern bir kavram olarak ele alınabilir.[314] Terim ile kastedilen, İslam topraklarında üretilen, İslam kültürünün izini taşıyan sanat eserleridir. Eserlerin illâki Müslüman için veya Müslümanlar tarafından yapılmış olması gerekmez.[314] Nitekim birçokHindu,Hristiyan veYahudi sanatçılar İslamî sanat eserleri verdikleri gibi, Müslümanlar tarafından yapılan bazı sanat eserlerinin alıcıları dagayrimüslimdir.[314]Zaman zaman tarihi İslamî sanat eserleri ve sanatçılar, çağdaş zamanlarda dinîden ziyade millî sanat açısından değerlendirilmiştirler; bununla birlikte bu, genelde yanlış bulunur, zira İslamî sanatlarda tarih boyunca ortak olan değer ve vurgu İslam'dır ve sanatlar birçoketnik grubun katkısının sonucu olarak ortaya çıkmışlardır.[314] Nitekim o dönemlerde İslam topraklarında bulunanvatandaşların da ayırıcı özelliği, etnik gruplarından ziyade dini inançlarıydı ve bu sebeple de bugün birçok tarihî İslamî sanatçının yaşadığı coğrafyaya bakarak etnik kökenini bilmek çok zordur.[314]
İslam itikadındaki Tanrı (Allah) inancındaantropomorfizme yer verilmemesi, buna kesin bir şekilde karşı çıkışı ve Allah'ın sureti olmadığı için betimlenemeyecek olduğu inancı,Hristiyanlıktakine benzer birikona ve dinî resim geleneğinin oluşmasını engellemiştir.[314] Ayrıca İslam'dapeygamberlere tanrısal özelliklerin izafe edilmemesi, peygamberlerin de betimlenmesini dinî anlamda büyük ölçüde gereksiz kılmıştır.[314] Ek olarak, İslam'ınputperestliğe karşı oluşu veKur'an'daputperestliğin şiddetli bir şekilde reddedilmesi, özellikleheykel gibi sanatlara Müslümanların, özellikle de aktifpagan putperestliğinin devam ettiği çağlarda, mesafeli durmasına sebep olmuştur.[315] Bununla birlikte Kur'an'da heykel sanatına veya insan (peygamberler dahil) suretlerinin betimlenmesine; tapınmak için, yani putperestlik için yapılmadıkları sürece, herhangi karşıt birayet bulunmaz.[314] Nitekim sonraki yüzyıllarda, özellikle yeni fethedilen topraklarda var olan sanat gelenekleri ile İslam'daki kavram ve sembollerin kaynaşması sonucu, özellikleİran bölgesinde, gerekMuhammed gerekse diğer peygamberleri betimleyen görsel eserler, nadir de olsalar yapılmışlardır ve figüratif betimleme, 7. yüzyılın ilk dönemlerine kadar pek de sorunsal olmamıştır.[314][316] Bununla birlikte, özellikle peygamberin betimlemeleri dinî bir bağlamda değil de tarihî bir bağlamda yapılmıştır.[314]
Batı'da sanatın önder türleriresim veheykel iken, İslam'da bu formlar yukarıda belirtilen sebeplerin de etkisiyle pek benimsenememiştir.[314] Bunun yerineahşap,metal işlemeciliği,dekoratif sanatlar,seramik vecam sanatları ile ciltleme vehat sanatı büyük yer ve öneme sahip olmuştur.[314][315] Süsleme sanatlarında özellikle geometrik ve simetrik motifler sıklıkla yer almıştır.[314][317]
Genellikle gerçekçi suret betimlemesinden uzak duran İslam sanatı, bu nedenle daha hayalci bir tarza sahip olanminyatür sanatını geliştirmiştir. Açı ve özgün stilleriyle minyatür sanatı farklı bir görsel sanat dalıdır ve İslam sanatında büyük yer tutar, hatta başlıcafigüratif sanattır.[316] Buna ek olarak, İslam'da önemli bir yer tutan ve güzel yazıyı baz alanhüsn-ü hat sanatı (diğer adıylahat sanatı veya kaligrafi), İslam toplumundaki suret karşıtlığından da yararlanarak büyük ölçüde gelişmiştir.[314][314][318] Hat sanatında birçok tarz ve üstat geliştiği gibi, farklı İslam devletlerinde,Arap alfabesini kullanan farklı dillerde daha farklılaşmış stiller ortaya çıkmıştır.[318][319] Hat sanatı, gelişiminde zaman zaman soyut da olsa figüratif özellikler de kazanmıştır; örneğinzoomorfik hat eserlerine sıklıkla rastlanır.[319] Özellikle hat sanatıyla birlikte anılantezhip sanatı, dekoratif bir sanat olarak öne çıkmış ve özellikleKur'an nüshalarının oluşturulmasında hat ile birlikte dekoratif ve estetik açıdan önemli bir yere sahip olmuştur. Gerek ciltçilik gerekse süsleme açısından en güzel örnekleri sunan Kur'an nüshaları olmuştur.[314] Kur'an nüshalarında hat ve tezhibe sıklıkla rastlanırken, figüratif dekorasyonlara ve betimlemelere ise rastlanmaz.[314][315] Bunun yerine minyatür gibi figüratif betimlemeler,destan vemanzum hikâyelerin nüshalarında sıklıkla kullanılmıştır.[314][315]
Bunlara ek olarak, İslam sanatındamimari de önemli bir yere sahiptir. İlk dönemlerde (gerek İslam öncesi ve İslam'ın ortaya çıktığı dönemlerde) İslam'ın geliştiği merkezler olanMekke veMedine de mimari açıdan gelişmemiş şehirlerdi.[320] Özellikle İslam Devleti'nin yönetiminin saltanata geçişinden sonra, yapılan fetihlerle mimariye olan ilgi artmış,[320] zaman içinde farklı toprakların mimarisinden de etkilenerek farklı mimari stillerdecamiler,mescitler,medreseler,saraylar,köprüler vekervansaraylar yapılmaya başlanmıştır.[320] İslam'a has ibadet yeri olan camilerin mimarisi, özellikle İslam mimarisi içerisinde önemli bir rol oynamıştır.[321] İlk fethedilen topraklarda, özellikleSuriye'de,kiliseler camilere çevrilmişken, daha sonra fethedilen yeni topraklarda ve kurulan yeni şehirlerde Müslüman camiler inşa etmeye başlamışlardır.[320] Farklı iklimlerden ve etnik kültürlerden etkilenerek cami mimarisi bölgeden bölgeye farklılık gösterir.[320][321] Bu tip dinî mekânların mimarisinde suret betimlemesine pek yer verilmez,[314][315] bunun yerinedekoratif, sık sıkgeometrik vearabesk türde süslemeler mevcuttur.[320] Bununla birlikte, dinî olmayanseküler mekânların mimarisinde suret betimlemelerine yer verilmiştir; örneğin özellikle eski hamamlarda ve saraylarda buna rastlanır.[314][315][320] Bununla birlikte seküler mekânlar zaman içinde dinî mekânlar kadar iyi korunmamıştır.[314]
Tekstil bazlı sanatlar da İslami sanatlar açısından önemli bir yere sahiptirler.[314][315] Ticari açıdan da büyük bir gelir kapısı oluşturan tekstil üretimi çok gelişmişti ve çok çeşitli ham maddeler kullanmaktaydı.[314][315]Halılardan çok amaçlıkumaşlara,tülbentlere kadar birçok farklı tekstil ürünü[315] farklı tarz ve tekniklerle dokunarak hazırlanır, önemli bir kısmı ithal edilirdi. NitekimOrta Çağ'da kiliselerdeazizlerin kemiklerinin sarılıp saklandığı işlemeli kumaşların çoğunluğu İslam topraklarından gelmekteydi ve bugün varlığını sürdüren bu kumaşlar, o dönemlerdeki İslam kumaş sanatlarının güzel örneklerini oluşturmaktadır.[314]
İslam ve bilim, tarihte uzun bir dönem boyunca iç içe olmuşlardır. İslam'ın yoğun bir şekilde yayıldığı ve İslam devletlerinin her bakımdan yükselişte olduğu İslam'ın altın çağlarında, İslam topraklarında birçok bilim insanı yetişmiş ve bilimsel faaliyetler çok yoğunlaşmıştır.[322]Bilim anlamına gelen ve İslam kültüründe önemli bir yere sahip olan özgün terimilm'dir.[322][323] Bu sözcükTürkçede debilim anlamında,ilim şeklinde, eskimiş olsa da yer almaktadır.[324]İlm terimi aslında "bilgi" anlamında da kullanılır. Her iki anlamı da İslam ile bütünleşmiştir.
İslam'ın yoğun bir şekilde yayıldığı veİslam devletlerinin yükselişte olduğuOrta Çağ'da, 8 ilâ 15. yüzyıllarda İslam topraklarında birçok bilim insanı yetişmiş, pek çok bilimsel faaliyetler yapılmış veİslam dünyasıbilim,teknoloji,kültür vesanat gibi birçok alanda dünyanın diğer devletlerini ve bölgelerini geride bırakmıştır. Bu dönemeİslam'ın Altın Çağı denmektedir.
İslam devletlerinde ortaya çıkan bilimsel anlayışlara, bulgulara ve bilim insanlarının bütününe zaman zamanİslamî bilimler dendiği olur. Bununla tam olarak neyin kastedildiği zaman zaman tartışma konusu olmuş olsa da, genel olarak Müslümanlar tarafından yapılan bilimsel çalışmaların bütünü anlamındadır.[323] İslamî bilimsel çalışmalar ve bilim insanları,Arap bilimsel çalışmaları ve bilim insanları olarak görülmemelidir; çünkü her ne kadar ortak dilleriArapça olsa da, bu dönemdeki bilimsel çalışmaları yapan kişiler birçok farklı etnik gruptan gelmekteydi ve ortak noktaları, etnisiteden ziyade İslam devletlerinde yaşayan Müslümanlar olmalarıydı.[325]
Ünlü İslam hekimiİbn-i Sina'nın yazmış olduğuEl Kanun-i fit-Tıb adlı eserinde bulunan ve insanınsindirim sistemini gösteren bir çizim.ÜnlüYunan filozofuSokrates'i öğrencileriyle tartışırken tasvir eden 13. yüzyıldan kalmaArapça bir el yazması
İslamî bilimsel gelişmelerde ve bilim tarihinde,Antik Yunan filozoflarının eserlerinin İslam kültürüne girişi ve çevrilmesi önemli bir yer tutar ve bu da8. yüzyılın ortalarında gerçekleşmiştir.[323][325][326][327][328][329] Nitekim daha sonradan Batılı kaynaklar, bu filozofların birçoğunun unutulmuş veya kaybolmuş eserlerini İslam devletlerinde bu eserlerin varlıklarını sürdürmeleri sayesinde keşfetmiş olduğu gibi, Müslüman bilim insanlarınca bu bilgiler ışığında ortaya konan bilimsel yenilik ve keşifleri de tanıma fırsatı bulmuşlardır.[322][323][327][328] Ayrıca Yunan filozoflarının eserlerinden büyük ölçüde etkilenen ve diğer bazı dış faktörlerden de beslenen bir İslam felsefesi ve bilimleri geleneği oluşmuştur.[325][326][330]Farabi,[331]İbn-i Sina[332] veİbn-i Rüşd,[333] en tanınmış ve önemli İslam filozoflarındandır.[327]
Harizmî'nincebir hakkında yazdığı kitabından bir sayfa
İslam felsefesi içinde birçok akım oluşmuştur, bunların bazısı İslam'ın ana hatlarını kabul ederken, bir kısmı reddetmiştir. Örneğinmateryalist bir felsefeyi savunanMaddeciler veya diğer adıylaDehriyyûn, Tanrı'nın varlığını reddederlerdi.[334] Bununla birlikte, İslam felsefesi içinde oluşan akımların büyük bir kısmı İslamî temelleri benimsemiş, İslam ile Yunan filozoflarının görüşlerini kaynaştırmaya ve uzlaştırmaya çalışmıştır. Bu açıdan çıkan en büyük ve en çok tartışma yaratan meselelerden bazıları,ahiretin salt ruhanî mi yoksa bedensel de mi olacağı,evrenin ezelî olup olmadığı ve dolayısıyla da Tanrı'nın yoktan var etmesi gibi meselelerdir.[327] Akılcı ve dış etkilerden etkilenen bir başka akım dakelam, yani İslam teolojisidir.[323][326] Bununla birlikte zaman içinde İslam filozofları ve kelam âlimleri ayrışmış ve sıklıkla tartışmalarda karşıt taraflarda bulunmuşlardır. İslam filozofları, Yunan filozoflarının eserlerini ve görüşlerini İslamî bir temelde ele alıp, çeşitli kesinlikleri tevil ederken; kelam âlimleri daha geleneksel bir yolu edinmiş, Yunan filozoflarının görüşlerini ikinci plana itmişlerdir.[327] ÖzellikleEşari kelamcıları bu konuda ileriye gitmiş ve bilimselnedenselliği reddetmiştir.[327]
GerekKur'an'da bilimsel konuları işlediği söylenilen ve insanlara çoğu zaman düşünmeyi ve sorgulamayı nasihat edenayetlerin bulunması, gerekse ilmi övenhadislerin bulunması (bunlardan en meşhuru,''İlim,Çin'de dahi olsa gidip alınız.'' hadisidir),[323] ayrıca İslam'da genel olarakakıl ile dinin birbiriyle karşıt olmadığı fikri,[322] fetihlerin ardından zenginleşen ve yayılan İslam devletlerinde bilimsel gelişme buluşlarının artmasına neden olmuştur. Bu sebeple,Orta Çağ başta olmak üzere çeşitli dönemlerde İslam devletlerinde önemli bilim insanları yetişmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:İbn-i Heysem,Biruni,İbn Nefis,İbn Bace,İbn Tufeyl,Harizmi,Cabir bin Hayyan,Battani,Ömer Hayyam,Cezeri,İbn Haldun,Nasîrüddin Tûsî,Takiyüddin.[325][326] Batı bilim tarihinde bu bilim insanlarının birçoğunun buluşları daha sonradan tanınmıştır ve sonraki çağlarda çalışmalar yapan Batılı bilim insanlarının çalışmalarına ilham olmuşlardır.[326] Bu Müslüman bilim insanlarının buluşları ve çalışmaları çok çeşitliydi ve felsefeden matematiğe, matematikten tıbba, tıptan hukuka, hukuktan astronomiye, astronomiden sosyolojiye kadar çok çeşitli ve geniş bir alanda, birçok farklı bilim dalını kapsayacak şekildeydi.[323][326]
Arap edebiyatı, Arap dilindemüellifler tarafından üretilen, hemdüzyazı hem deşiir yazısıdır. Edebiyat için kullanılan Arapça sözcük;görgü kurallarından türetilen, nezaket, kültür ve zenginliği ifade eden "Edeb"tir. Arap edebiyatı5. yüzyılda ortaya çıktı ve bundan önce sadece yazı dilinin parçaları bulunuyordu. İnsanlar tarafındanArap dilinde en müthiş eser olarak kabul edilenKur'an, Arap kültürü ve edebiyatı üzerinde en büyük kalıcı etkiye sahip olmuştur. Arap edebiyatı,İslam'ın Altın Çağı boyunca gelişti veArap dünyasının yanı sıra, dünyanın geri kalanındaki şairler venesir yazarları ile günümüze kadar canlı kaldı.
Kürt edebiyatı,Kürtçe ile yaratılmışsözlü veyazılı edebi eserleri kapsayan edebiyattır. İslam öncesi Kürt edebiyatına dair hiçbir bilimsel bulgu ve bilgi yoktur. Kürt anlatılarının büyük bir kısmı sözlü şekilde yayılmış ve bu sözlü edebiyat bugün de sürmektedir.20. yüzyılın başına kadar olan yazılı edebiyat iseşiir şeklindedir.Nesirin gelişmesi ise daha çok politik ve sosyal gelişmeler sayesinde olmuştur. Kürt edebiyatı20. yüzyılda on yıllar süren sınırlamalar ve yasaklamalarla karşılaşmıştır. Bilinen ilk Kürt şairleriAbdussamed Babek,Ali Hariri,Melayê Batê,Molla Ahmed-i Cezirî,Faki Tayran veAhmed-i Hani'dir. A. Babek 10. yüzyıl, A. Hariri 11. yüzyıl, diğerleri ise 15. ve 17. yüzyıllar arasında yaşamış veKürtçeninKurmanci lehçesiyle yazmışlardır. Bu dönemde Kürtlerin edebi merkeziBotan Emirliği ve başkenti deCizre idi.[341] ÖzellikleAhmed-i Hani tarafından yazılanMem û Zîn, en bilinen romantik Kürt eserlerindendir. En iyi bilinen ve yaygındestanlar,Meme Alan'ın türküleri ve epik şiirleri ileSiyabend ile Xecê destanıdır.
Türkanonim edebiyatında muzip ve hazırcevap kişiliğiyle ön plana çıkanNasreddin Hoca
11. yüzyıldan itibarenTürk edebiyatında veTürk dillerinde büyüyen bir İslami edebiyat topluluğu vardı. Anadolu'ya Selçukluların gelişiyle birlikte Farsçanın bölgedeki uygulaması ve kullanımı güçlü bir şekilde canlandı.Selçukluların bir kolu olanAnadolu Selçuklu Devleti, Fars dilini, sanatını ve edebiyatınıAnadolu'ya taşıdı. Fars dilini imparatorluğunresmi dili olarak kabul ettiler. Halefleri olarak görülenOsmanlılar, bu geleneği devraldı.Farsça, imparatorluğun edebiyat diliydi.[342] Türk dilinin ve edebiyatınınTürkiye topraklarında gelişen ilk ürünleri ise, 13. yüzyılın sonu ile 14. yüzyılın başlarına aittir.[343] 19. yüzyıla kadar Fars-İslam geleneği çevresinde gelişen Türk yazınının ürünleri,Halk edebiyatı veDivan edebiyatı olarak birbirinden farklı yanları olan iki kolda gelişti.[344]Osmanlı sarayı çevresinde;Fars edebiyatının etkisiyle üretilen,klasik edebiyat denilen divan edebiyatı ağır basarken, halk arasında sözlü gelenek uzun bir zaman devam etti. 19. yüzyıldaTanzimat Dönemi ile beraber Türk yazınında Doğu etkisi azalmaya başladı ve yerini Batı kökenli edebiyat unsurları almaya başladı.[344] Bu dönemde Türk yazıncılar özellikleFransız edebiyatından önemli ölçüde etkilendiler.
Orta Çağ İslam dünyasında en popülertiyatro biçimleri,kukla tiyatrosu ve oyuncularınİslam tarihinin bölümlerini yeniden canlandırdığı,ta'ziye olarak bilinen canlı oyunlardır. ÖzellikleŞii İslami oyunlar,Ali'nin oğullarıHasan veHüseyin'in şehitliği etrafında dönüyordu. Kukla tiyatrosunun en eski ve kalıcı biçimlerinden biri,Endonezya'dakiWayang'tır. Öncelikle İslam öncesi efsaneleri anlatsa da, aynı zamanda Emir Hamza'nın maceraları gibi İslami destanlar için de önemli bir aşamadır. Aynı zamandaTürk gölge tiyatrosuKaragöz ve Hacivat, bölgede kuklacılığı büyük ölçüde etkilemiştir.[346]
Dürzi,[347][348][349][350][351] Berghouata ve Ha-Mim gibi bazı hareketler ya İslam'dan ortaya çıktı ya da İslam'la belirli inançları paylaşmaya geldi veya her biri ayrı bir din mi yoksa İslam'ın bir mezhebi bazen tartışmalıdır.Yezdânizm, 12. yüzyıldaAdiyy bin Müsafir tarafından Kürtlere tanıtılan yerelKürt inançları ile İslami Sufi doktrininin bir karışımı olarak görülüyor.Bábilik,On ikiŞii'den kaynaklanıyor ve takipçilerinden biri olan Mirza Hüseyin 'Ali Nuri Baha'u'llah iken Seyyid Ali Muhammed i-Shirazi al-Bab'dan geçti.[352]Guru Nanak tarafından on beşinci yüzyılın sonlarındaPencap'ta kurulanSihizm, bazı İslami etkilerle birlikte öncelikleHinduizmin özelliklerini de içerir.[353]
İslam'da inanılan birçok inanç, uygulama ve kavramın kaynaklarıArap veOrta Doğu mitolojilerinde,Zerdüştlükte,Yahudi-Hristiyan kültürlerinde,Sümer-Mezopotamya bölgesi veHint kültürleri gibi Orta Doğu'ya komşu bölgelerin inançlarında bulunabilir. Bu kavramların kısmen veya tamamen söyleyiş ve içerik değişimlerine uğrayarak İslami literatür içerisine yerleşmiş oldukları düşünülmektedir.[355][356][357][358][359]
İslam'da ve diğerOrta Doğu dinlerindeki büyük orandaSümer kaynaklı olanEvren'in veÂdem'inyaratılışı ileTufan olayı aynen paylaşılır. Kur'an'da Allah'ın evreni 6 günde yaratıp sonra daArş'a çekildiği anlatılır.Âdem ve eşiHavva,cennette çamurdan tek bir nefisten yaratılır ve onlaraAllah kendiruhundan üfler.Âdem ileHavva, İblis'in kandırması ilenefislerine yenik düşerler ve yasak meyveyi yedikleri için cennetten çıkarılarak Yahudi inancındakine benzer şekilde 7000 yıl önce olduğuna inanılan bir zaman diliminde dünyaya gönderilirler. Ancak herhangi bir süre veya zaman dilimi telkin eden bu ve benzeri söylemlerKur'an'da geçmez; bu ifadelerin genel dayanağı ise, Kur'an'ın bir parçası olmayan veMuhammed'e isnat edilenhadislerdir.[360][361][kaynak güvenilir mi?]
İslam mitolojisinde bulunan, kimisiKur'an'da direkt geçen, kimisi dehadislerle veya başka yollarla geleneğe girmiş olan İslami söylence örneklerinden bazıları şunlardır:
Siyer hikâyeleri, geleneksel İslami literatürdeMuhammed'in biyografilerine verilen isimdir.Kur'an vehadislere ek olarak, Muhammed'in hayatı ve İslam'ın ilk dönemi hakkındaki çoğu tarihi bilginin kaynağıdırlar. Siyerler, içlerinde birçokmucizeyi ve ders alınması istenen olay ve korkutmaları barındırır. Bunlardan bazıları şöyledir:
Miraç olayından sonra Muhammed'in Mekkelilere bir ticaret kervanının yarın geleceği zamanı söylemesi, ancak kervanın 1 saat kadar gecikmesi ve bunun için de Allah'ın, Muhammed'in Mekkelilere karşı yalancı duruma düşmesini engellemek içinGüneş'in doğuşunu 1 saat kadar geciktirmesi[362]
^abcMüslümanlar, İslam'ınAdem'den beri çeşitlipeygamberler (İbrahim,Musa,İsa vb.) aracılığıyla birçok kez bildirilmiş olan evrensel bir din olduğuna inanırlar. Dolayısıyla tarihsel bakış açısıyla İslam'ın 7. yüzyıl başlarında ortaya çıktığı söylense de, Müslümanlar arasında İslam'ın öteden beri süregelen evrensel ve tek din olduğu inancı vardır. Bu inançtan hareketle İslam alimleri,Muhammed'in İslam'ın kurucusu olduğunu değil, onun sadece İslam'ın son peygamberi olduğunu kabul ederler. (https://islamansiklopedisi.org.tr/din#8 5 Mart 2022 tarihindeWayback Machine sitesindearşivlendi.)
^İslâmiyet olarak da bilinir. Bazı kaynaklarda iseMuhammedîlik veyaMuhammedizm olarak da geçer, ancak bu tanım Müslümanlar tarafından kabul edilmez.*The Mohammedan dynasties 1 Ocak 2014 tarihindeWayback Machine sitesindearşivlendi. books.google.com. Erişim: 17 Temmuz 2011
^Âdem'in İslam inancında ''ilkpeygamber'' olduğu kesinlikle kabul edilirken, ''ilkinsan'' olduğu konusunda İslam bilginleri ve akademisyenleri arasında da dahil olmak üzere bazı tartışmalar bulunmaktadır.
^Saliba, George. 1994.Arap Astronomi Tarihi: İslam'ın Altın Çağında Gezegen Teorileri. New York: New York University Press.ISBN 0-8147-8023-7. 245, 250, 256-57.
^Arnold, Thomas Walker.The Preaching of Islam: A History of the Propagation of the Muslim Faith. s. 125–258.
^Richard P. Taylor (2000).Death and the Afterlife: A Cultural Encyclopedia. "JAHANNAM From the Hebrew ge-hinnom, which refers to a valley outside Jerusalem, Jahannam is the Islamic word for hell."
^Ez-Zevâhiri, kötülüğün önlenmesine yönelik görevin hükümetlere ait olduğuna dair Hasan el-Benna’nın görüşüne itiraz etmektedir. Ona göre; “iyiliğin emredilip kötülüğün yasaklanması” farz-ı kifâye hükmünde bir vecibedir. Şayet siyasi otorite dinin münker gördüğü hususları ortadan kaldırma konusunda harekete geçmezse bu görev, gücü yetebilen her bir ferdin sorumluluğuna geçmiş olur.https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1540148 29 Eylül 2022 tarihindeWayback Machine sitesindearşivlendi.
^Şeriat ile modern hukuk anlayışı arasında İslam'ın bireysel hak ve özgürlükler kavramına yer vermeyişi önemli çatışma kaynağıdır.Major (2012)."Uluslararası İnsan Hakları, İslam Hukuku ve Ölüm Cezası".KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi (19). 5 Kasım 2020 tarihinde kaynağındanarşivlendi30 Ekim 2020.Birden fazla yazar-name-list parameters kullanıldı (yardım)
^"Klasik fıkıh literatüründe...Tecavüz tek başına bir suç türü olarak kabul edilmemiştir. Genellikle zina suçu kapsamında ele alınmıştır. Fıkhî kaynaklarda tecavüz, bir erkeğin zor kullanarak kadınla zina etmesi kapsamında değerlendirilmiştir. Tecavüz suçuna ceza olarak had uygulanması gerekse de haddin sınırı olan 4 şahit şartı yerine getirilemediği müddetçe tazir cezası uygulanmaktadır." (İSLAM HUKUKU’NA GÖRE TECAVÜZE UĞRAYAN KADININ HAK VE SORUMLULUKLARI 19 Ağustos 2022 tarihindeWayback Machine sitesindearşivlendi.)
^name="sabah.com.tr"> Kabile fertlerinden birine karşı işlenen suç bütün kabileye karşı işlenmiş sayıldığından cezalandırmada suçlunun kabilesine mensup olma yeterli sebep kabul edilerek suçlu suçsuz ayırımı gözetilmeksizin misilleme cihetine gidiliyor, ayrıca suçta kasıt-hata ayırımı yapılmayarak maddî sonuçla yetiniliyordu.https://www.sabah.com.tr/sozluk/sosyoloji/kisas-nedir 7 Eylül 2021 tarihindeWayback Machine sitesindearşivlendi.
^Crone, Patricia (1987).Roman, Provincial and Islamic Law: The Origins of the Islamic Patronate [Roma, Eyalet ve İslam Hukuku: İslam Himayesinin Kökenleri] (İngilizce). Cambridge. s. 99. atıf yapılan kaynakIbn Warraq, (Ed.) (2000). "2. Origins of Islam: A Critical Look at the Sources".The Quest for the Historical Muhammad [Tarihsel Muhammed Arayışı] (İngilizce). Prometheus. s. 99.
^Aydın, Mehmet Akif."Kadın". Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 24, yıl 2001. 22 Ağustos 2016 tarihinde kaynağındanarşivlendi. Erişim tarihi: 5 Ağustos 2016.
^"TESETTÜR VE MAHREMİYETLE İLGİLİ KONULAR". 23 Ekim 2014 tarihindekaynağından arşivlendi. Erişim tarihi:16 Ocak 2024.Hanefî ile Maliki mezheblerine göre; yüz ve el müstesna bütün vücud avrettir. Aynı zamanda kadının mahkemede ifâde vermesi için erkek hakim veya alış-veriş için müşteri veya satıcı erkeklere görünmesinde beis yoktur.
^Holland, Tom;In the Shadow of the Sword; Little, Brown; 2012; s. 303: ‘Otherwise, in all the vast corpus of ancient literature, there is not a single reference to Mecca – not one’
^Crone, Patricia;Meccan Trade and the Rise of Islam, 1987, s. 7
^abS. Brock,A brief outline of Syriac Literature, Moran Etho 9, Kottayam, Kerala: SEERI (1997), pp. 56-57, 135
^abHoyland, Robert G.Seeing Islam as Others Saw It: A Survey and Evaluation of Christian, Jewish and Zoroastrian Writings on Early Islam;s. 197. The Darwin Press, Inc. (January 1, 1998).
^Abshire, C.; Gusev, D.; Stafeyev, S.K.; Wang, M. (2020). "Enhanced Mathematical Method for Visualizing Ptolemy's Arabia".International Web Journal on Sciences and Technologies Affined to History of Cartography and Maps.15 (1): 1-25.
^As the Arabs of the Ḥejāz had used the drahms of the Sasanian emperors, the only silver coinage in the world at that time, it was natural for them to leave many of the Sasanian mints in operation, striking coins like those of the emperors in every detail except for the addition of brief Arabic inscriptions like besmellāh in the margins.https://www.iranicaonline.org/articles/coins-and-coinage- 21 Nisan 2022 tarihindeWayback Machine sitesindearşivlendi.
^King, David A. (1983). "The Astronomy of the Mamluks".Isis.74 (4). ss. 531-55.doi:10.1086/353360.
^Hassan, Ahmad Y (1996)."Factors Behind the Decline of Islamic Science After the Sixteenth Century". Sharifah Shifa Al-Attas (Ed.).Islam and the Challenge of Modernity, Proceedings of the Inaugural Symposium on Islam and the Challenge of Modernity: Historical and Contemporary Contexts, Kuala Lumpur, August 1–5, 1994. International Institute of Islamic Thought and Civilization (ISTAC). ss. 351-99. 2 Nisan 2015 tarihindekaynağından arşivlendi.
^ab"Sunni Islam." Dictionary of the Israeli-Palestinian Conflict. Vol. 2. Detroit: Macmillan Reference USA, 2005. 440. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^Kamali, M. Hashim. "Madhhab." Encyclopedia of Religion. Ed. Lindsay Jones. Vol. 8. 2nd ed. Detroit: Macmillan Reference USA, 2005. 5547-5550. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcdefghGleave, Robert. "Imamate." Encyclopedia of Islam and the Muslim World. Ed. Richard C. Martin. Vol. 1. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 350-351. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcdefghijDaftary, Farhad. "Shi˓a: Isma˓Ili." Encyclopedia of Islam and the Muslim World. Ed. Richard C. Martin. Vol. 2. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 628-629. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcd"Sunnis, Shiites, and Khariji 660–c. 1000." Historical Atlas of the Islamic World. Derby, United Kingdom: Cartographica, 2004. 34-35. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^Kılavuz, A. Saim. "İslam Akaidi ve Kelam'a Giriş".312-313
^abcdefKafrawi, Shalahudin. "Murji˒Ites, Murji˒a." Encyclopedia of Islam and the Muslim World. Ed. Richard C. Martin. Vol. 2. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 492. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abKılavuz, A. Saim. "İslam Akaidi ve Kelam'a Giriş". 299-301.
^abcKılavuz, A. Saim. "İslam Akaidi ve Kelam'a Giriş". 301-303.
^abcKılavuz, A. Saim. "İslam Akaidi ve Kelam'a Giriş". 303-305.
^abcWheeler, Brannon M. "Abu Hanifa (699–767)." Encyclopedia of Islam and the Muslim World. Ed. Richard C. Martin. Vol. 1. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 8-9. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcdefLibson, Gideon. "Fiqh." Encyclopaedia Judaica. Ed. Michael Berenbaum and Fred Skolnik. Vol. 7. 2nd ed. Detroit: Macmillan Reference USA, 2007. 41-43. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcdefghiEl-hibri, Tayeb. "Sunni Islam." Encyclopedia of the Modern Middle East and North Africa. Ed. Philip Mattar. Vol. 4. 2nd ed. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 2122-2124. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abSchneider, Irene. "Pluralism: Legal and Ethno-Religious." Encyclopedia of Islam and the Muslim World. Ed. Richard C. Martin. Vol. 2. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 533-535. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcdeWheeler, Brannon M. "Madhhab." Encyclopedia of Islam and the Muslim World. Ed. Richard C. Martin. Vol. 2. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 417-418. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcHallaq, Wael B. "Hanafi School of Law." Encyclopedia of the Modern Middle East and North Africa. Ed. Philip Mattar. Vol. 2. 2nd ed. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 988-989. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcHallaq, Wael B. "Hanbali School of Law." Encyclopedia of the Modern Middle East and North Africa. Ed. Philip Mattar. Vol. 2. 2nd ed. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 989-990. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcdefghijMandel, Ruth. "Alevi." Encyclopedia of the Modern Middle East and North Africa. Ed. Philip Mattar. Vol. 1. 2nd ed. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 112-115. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcdefgPeimani, Hooman. "Alevi Muslims." Encyclopedia of Modern Asia. Ed. Karen Christensen and David Levinson. Vol. 1. New York: Charles Scribner's Sons, 2002. 82. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abVorhoff, Karin. ""Let's Reclaim Our History and Culture!": Imagining Alevi Community in Contemporary Turkey." Die Welt des Islams 38.2 (1998): 220-52.
^abcNorton, John D. "Bektashis." Encyclopedia of the Modern Middle East and North Africa. Ed. Philip Mattar. Vol. 1. 2nd ed. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 434-436. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^İsa, Kemal Muhammed. "Nazarat fi Mu'tekadat ibn Arabî". 74-75. Daru'l Cidde, 1984; 2. baskı Kuveyt.
^Kurtkan, Amiran. "Sosyolojik Açıdan Tasavvuf ve Laiklik". 38-39. Kutsun Yayınevi. İstanbul, 1977.
^Aynî, Mehmet Ali. "Tasavvuf Tarihi". 37. Erzurum, 1979.
^O'Leary, De Lacy. "İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri". 114. Ankara Ü.İ:F. Yayınları. Ankara, 1971. İlgili eserden naklen: "...bunu bir çeşitzahitlik telakki edersek, bu türlü zahitliğin Kur’an’da bulunmadığını ve bunun ilk Müslümanlar için de yabancı olduğunu belirtmek gerekir... Hristiyan manastır hayatı tarihi veya birçok Hint dinleri salikleri ve hatta daha sonraki sofilerin anlayışına göre bu, insan hayatının normal zevk ve düşkünlüklerinden, bilhassa evlenme, ruhun safiyetini bozan ve tekâmülünü durduran şeylerden kaçınmayı düşünmek manasına gelir. Bu manada zahitlik İslam'ın ruhuna yabancıdır ve Müslümanlar arasına gelmiş olarak görülür...".
^O'Leary, a.g.e. 115. İlgili kaynaktan naklen: "Sufiler geleneğe değil, ruhun yükselmesine mani olan bedenin arzularını bertaraf etmeye önem verdiler. Bu da gösteriyor ki, ilk Müslümanlarca bilinmeyen yeni bir fikrin tesiri altında kalmışlardı. Bu bakımdan kendilerini hiçbir manada sahabenin takipçisi saymak mümkün değildir"
^abcdefghijklmnopqrstuvwxyBlair, Sheila S. and Jonathan M. Bloom. "Art." Encyclopedia of Islam and the Muslim World. Ed. Richard C. Martin. Vol. 1. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 75-82. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcdefghi"Islamic Arts." Historical Atlas of the Islamic World. Derby, United Kingdom: Cartographica, 2004. 172-175. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcdefgHughes, Aaron. "Science, Islam and." Encyclopedia of Islam and the Muslim World. Ed. Richard C. Martin. Vol. 2. New York: Macmillan Reference USA, 2004. 611-614. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcdGrant, E. "Science (in the Middle Ages)." New Catholic Encyclopedia. Vol. 12. 2nd ed. Detroit: Gale, 2003. 807-815. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcdefBrentjes, Sonja. "Islamic Science." New Dictionary of the History of Ideas. Ed. Maryanne Cline Horowitz. Vol. 3. Detroit: Charles Scribner's Sons, 2005. 1155-1160. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abcdefPeters, Ted. "Science and Religion." Encyclopedia of Religion. Ed. Lindsay Jones. Vol. 12. 2nd ed. Detroit: Macmillan Reference USA, 2005. 8180-8192. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^abShefer, Miri. "Islamic Medicine." New Dictionary of the History of Ideas. Ed. Maryanne Cline Horowitz. Vol. 4. Detroit: Charles Scribner's Sons, 2005. 1412-1413. Gale Virtual Reference Library. Gale.
^James Thurber, "The Wizard of Chitenango", p 64Fantasists on Fantasy edited by Robert H. Boyer and Kenneth J. Zahorski,0-380-86553-X
^"Dari, Farsi, and Tojiki".Persian Studies in North America: Studies in Honor of Mohammad Ali Jazayery. Leiden: Brill. 1994. ss. 177-178.
^"Dari, Farsi, and Tojiki".Language policy and language conflict in Afghanistan and its neighbors: the changing politics of language choice. Leiden: Brill. 2012. s. 94.
^King, Gareth, (Ed.) (2013)."Persian".Compendium of the World's Languages. 3rd. Routledge. s. 1339.
^Frye, R. N., "Darī",The Encyclopaedia of Islam, Brill Publications, CD version.
^Uzun, Mehmed (2007) [1992].Destpêka Edebiyata Kürt [Kürt Edebiyatına Giriş] (5 bas.). İthaki. s. 23.
^Dindarlık, Politika ve Güç: Ortadoğu'da İslam'la Karşılaşan Lutherciler.Grafton D, David. Wipf ve Stok Yayıncıları. 2009. s. 14.ISBN978-1-63087-718-7.
^Yerli Halklar: Kültür, Tarih ve Hayatta Kalmaya Yönelik Tehditler Ansiklopedisi. Williams R, Victoria. 2020. s. 318.ISBN978-1-4408-6118-5.
^Bugün Orta Doğu: Siyasi, Coğrafi ve Kültürel Perspektifler. Stewart J, Dona. 2008. s. 33.ISBN978-1-135-98079-5.
^“Âdem'den kıyamete kadar insanlığın ömrü yedi bin senedir.” (Kenzu’l-Ummal, hadis numarası: 16459; Munavî, Feyzu’l-Kadir, III/547; hadis numarası: 4278)
Encyclopaedia of Islam Online. Ed. P.J. Bearman, Th. Bianquis, C.E. Bosworth, E. van Donzel, W. P. Heinrichs. Brill Academic Publishers. ISSN 1573-3912.
Encyclopedia of Islam and the Muslim World. Ed. Richard C. Martin. Vol. 2. New York: Macmillan Reference USA, 2004.ISBN 978-0-02-865912-1.
Encyclopedia of Modern Asia. Ed. Karen Christensen and David Levinson. Vol. 1. New York: Charles Scribner's Sons, 2002. Gale Virtual Reference Library. Gale.
Encyclopedia of the Modern Middle East and North Africa. Ed. Philip Mattar. Vol. 1. 2nd ed. New York: Macmillan Reference USA, 2004. Gale Virtual Reference Library. Gale.
Encyclopedia of Religion. Ed. Lindsay Jones. Vol. 8. 2nd ed. Detroit: Macmillan Reference USA, 2005. Gale Virtual Reference Library. Gale.
The Concise Oxford Dictionary of World Religions. Ed. John Bowker. Oxford University Press, 2000.